Trabzon
TRABZON TARİHİ
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tarih, kültür ve doğal güzellikler açısından en önemli merkezlerinden biri olan ve geçmişte yaşattığı medeniyetlerin izlerini taşıyan Trabzon’un kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, ilk yerleşimlerin Orta Asya’dan gelen Turan Türklerinden Tibarenler ve Elizonlardır.
Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda da, Kalkolitik ve Tunç çağlarına ait bulgular elde edilmiştir. Bu bilgiler ışığında, şehrin kuruluşu M.Ö. 2000’li yıllara kadar inmektedir. Yazılı kaynaklarda, kentin adına ilk kez Ksenephon’un Anabasis adlı eserinde “Trapezus” olarak rastlanmaktadır. Bu adı eski kent merkezi olan Orta ve Yukarı Hisar mevkiinin, masa formunu anımsatan bir yapıya sahip olmasından aldığı belirtilmektedir.
Avrupa ve Asya’nın ipek yolu üzerindeki önemli irtibat noktası arasında bulunan Trabzon, bu öneminden dolayı tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.
Trabzon, Hitit İmparatorluğunun sınırları dışında kalmıştır. İyonlular Sinop’tan Trabzon’a gelerek Türk asıllı Turanlılara bağlı Tibarenlerin elinden Trabzon’u alarak Karadeniz’de işlek bir ticaret merkezi ve limanı kurdular. M.Ö. 6. asırda Persler bu bölgeyi ele geçirdiler. Makedonya Kralı İskender, İran’ı (Persleri) yenerek bütün Anadolu ve İran’ı krallığına kattıysa da Trabzon’u ele geçiremedi. Makedonya Kralı İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu komutanları arasında bölündü.
Bu esnada Trabzon’da Kuzey Karadeniz ve Kırım’ı içine alan Pontus Krallığı kuruldu. Pontus Krallığı Yunanca konuşan ve Yunan kültürü içinde erimiş Pers asıllı kralların idare ettiği bir krallıktı. M.Ö. 750 senelerinde kurulan bu krallığı iç savaşlar zayıflattı. Mitridates karışıklığı adıyla tarihe geçen bu savaşlara Roma İmparatorluğu da Seledat, Luka ve Lumbos isimli üç komutan emrinde büyük bir ordu gönderdi. Bu komutanlar karışıklıkları bastırıp sonra da bu krallığı işgal ederek Roma’ya kattılar. Bu son savaşta Mithridates’e destek vermemesinden dolayı Trabzon’a serbest şehir (Civitas Libera) olma hakkı verilmiştir. Polemoniakus vilayetine bağlanan kente bugünkü Güzelhisar semtindeki kayalar oyularak yeni bir liman inşa edilmiştir.
Roma Dönemi
M.S. 1. yüzyıl ortalarından itibaren, Roma imparatorluğunun büyük bir hudut şehri olan Trabzon için gelişme devri başlamış, M.S. 58 yılında Domitius Corbulo Trabzon’u Tiridates’e karşı Roma ordusunun ikmal merkezi yapmıştır. M.S. 64 yılında Roma donanmasının Karadeniz filosunu (Classis Pontica) Trabzon’da konuşlandırmış, Vespasianus döneminde (M.S. 69 – 79) Trabzon’u Satala Yukarı Kelkit havzası üzerinden Anadolu’ya bağlayacak askeri yol ile sahil yolu inşa edilmiştir. Bu sayede İran, Yukarı Mezopotamya ve Doğu Anadolu ile ticaret yapma imkânı bulan kent hızla gelişip zenginleşmiştir.
M.S. 69 yılında Roma döneminde Misenum’daki Roma filosunu komuta eden Aniketus (aynı zamanda eski bir köledir), Nero’nun ölümünden sonra çıkan iç savaşta Roma imparatoru olan Aulus Vitellius Germanicus’un tarafını tutmuş ve Trapezus’ta (Trabzon) Karadeniz filosunu (Classis Pontica) ani bir saldırıyla yok etmiştir. Vespasian’ın subaylarından Virdius Geminus komutasında Roma güçleri bölgeye gelince isyancılar Karadeniz’e özgü Kamarae adı verilen çift pruvalı ahşap teknelerle Trapezus’tan Kolhis’e doğru çekilmişlerdir. İsyancılar Khobi nehri ağzına ulaşmayı başarmışlarsa da burada yaşayan yerli kabile şeflerince yakalanan Aniketus Romalılara teslim edildikten sonra ölümle cezalandırılmıştır.
İmparator Hadrian (M.S. 117 – 138) Trabzon’a iki defa gelmiş ve kendi adıyla anılan limanın yanı sıra hipodrom, amfi tiyatro ve su kemerleri yaptırmıştır. Hadrian limanının dalgakıranının izleri yakın zamana kadar su altında seçilebilmekteydi.
Septimius Severus ile Pescennius Niger arasındaki Roma iç savaşında Trabzon ikinci adaya sadık kalmanın sıkıntısını Severus’un militarist diktası (M.S. 193 – 211) altında fazlasıyla çekmiştir. Trabzon tarihinin acılı dönüm noktalarından birisi de M.S. 257 yılında Gotların şehri yağmalamasıdır. Bu yağmanın şehrin gelişimini yavaşlattığı düşünülmektedir. Bu olaydan sonra Trabzon’da bir Roma prokonsülü ikamet etmeye başlamış ve daha önceden XV. Apollinaris lejyonu tarafından korunan kentte Pontus Polemoniacus vilayetini korumak için yeni kurulan Pontus Lejyonu (Legio I Pontica) üstlenmiştir. Trabzon bu dönemde kendi adına para basmayı bırakmış dolayısıyla “özgür şehir” konumunu kaybetmiştir.
Bizans Dönemi
Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye bölününce Trabzon’da Anadolu gibi Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü. Ermenistan’a en yakın liman şehri olduğundan I. Justinianus döneminde ( M.S. 527 – 565) Laz ve Perslere karşı surlar tahkim edilmiş, Eugenios adına su kemeri inşa edilmiş, böylece yeniden yapılandırılan şehir, doğu seferlerinde üs vazifesi görmüştür.
Bizans – Sasani savaşları sırasında Çin ipeğinin İran üzerinden Bizans’a getirilmesinde sorun yaşanınca Türkistanlılar ve Hazarlar vasıtasıyla Kafkasya ve Lazika üzerinden Trabzon’a alternatif bir yol güzergâhı oluşturulmuştur. İpeğin, Trabzon limanı üzerinden İstanbul’a taşınmasıyla Trabzon’da ticari hayat canlanmıştır. M.S. 530’da Trabzon’a Bulgar yerleşimciler getirilmiş olup, 5 asır sonra bile kendi dillerini konuşup, kültürlerini devam ettirdikleri kaydedilmiştir.
6. yüzyılın sonları ile 7. yüzyılın başlarında Bizans İmparatorluğu her yönden saldırılara maruz kalmıştır. Sasaniler Anadolu üzerinden Slav ve Avarlar Balkanlar üzerinden akın düzenlerken, İslam’ı kabul eden Araplar Suriye ve Mısır’ı ele geçirmiş, 640’lar da Anadolu’ya girerek imparatorluk topraklarını yağmalamaya başlamışlardır.
Bizans – Arap savaşları sırasında zarar görmediği sanılan Trabzon, Araplar tarafından Kafkas ve İslam ülkelerine Anadolu’da üretilen eşyalar ve değerli kumaşların ihraç edildiği Rus, Çerkez, Müslüman, Bizanslı, Ermeni ve diğer uluslardan tüccarların ziyaret ettiği bir liman özelliği taşımakta ve Atrabazandah, Tarabazandah veya Bahr Trabazunda adlarıyla bilinmekteydi.
Haçlı Seferlerinde Lâtinler Bizanslıları İstanbul’dan kovunca, İznik’e geçici olarak sığınan Bizanslılar, Trabzon’da da İkinci Bizans İmparatorluğunu kurdular. On üçüncü asırda genişleyip bütün Karadeniz’e yayıldılar. Sonraları gittikçe küçülerek sâdece Trabzon şehri ve civarında kaldılar.
Malazgirt Savaşı sonrası, Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusunun, IV. Romanos Diogenes komutasındaki Bizans ordusunu bozguna uğratmasının ardından imparatorluk Anadolu üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Anna Komnena, Roma İmparatorluğunun en şanssız dönemi olarak adlandırdığı savaş sonrasında, Türklerin Euxine ile Hellespont, Ege ile Akdeniz arasına özellikle Pamphylia ve Kilikia olmak üzere tüm Anadolu’ya yayıldıklarını bildirmektedir.
Türkmenler Karadeniz kıyılarını da yağmalamış hatta Trabzon’u ele geçirmeyi başarmışlarsa da Haldiya kökenli soylu bir aileye mensup Thedore Gabras adlı bir savaşçı Trabzon ve civarında yerel güçleri organize ederek 1075’de egemenlik kurmuş, 1079’da Trabzon’a saldıran Türkmenleri bozguna uğratmıştır. Gabras, Türkmenlerden sonra Doğu Karadeniz kıyılarını ele geçiren Gürcü Kralı David’i de bölgeden uzaklaştırmıştır.
Roma imparatoru I. Aleksios Komnenos tahtını ele geçirmek isteyen rakipleriyle boğuştuğu sırada İstanbul’da ikamet eden, başarılı bir asker olmasının yanı sıra ateşli mizacı ve girişken ruhundan dolayı kendisine rakip olarak gördüğü, Theodoros Gabras’ı bir zamanlar Türkmenlerden kurtardığı yurduna geri göndererek Trabzon Dükü olarak atamıştır. İmparator, Trabzon’u kendi ülkesi gibi yönetmeye başlayan Gabras’ı kontrol altında tutabilmek için Gabras’ın oğlu Gregorios’u kendi kanından bir prensesle evlendirme bahanesiyle rehine olarak sarayında tutmuştur. Gabras ailesi bir süre sonra bağımsızlıklarını ilan ederek Trabzon ve güneyde Bayburt dâhil bölgenin kaderini uzun süre ellerinde tutmuştur. Theodore Gabras, Danişmendliler üzerine saldırarak Şebinkarahisar’ı Trabzon topraklarına katıp, Sinop’a dek tüm Karadeniz kıyısını yağmalamışsa da Danişmendli güçler karşısında uzun süre tutunamamış ve Trabzon’a geri çekilmiştir. 1097 Haçlı seferi sırasında Selçuklu ve Danişmendli ordularının zayıflamasından yararlanan Gabras yörede egemenliğini perçinlemiştir. Ancak ertesi yıl Haldiya’da savaşırken Türklere esir düştükten kısa süre sonra ölünce kilise tarafından şehit ve aziz ilan edilmiştir.
Thedore Gabras’ın ölümünden sonra I. Aleksios Komnenos, Gabras’ın oğlu Gregory Taronites’i Trabzon Dükü olarak atamışsa da Taronites bağımsızlığını ilan edince üzerine yürüyen Bizans ordusuna yenilerek 1107’de tutsak düşmüştür. 1108’de bağışlanarak Trabzon’daki görevine dönmüş, 1112’de bir Danişmendli saldırısını püskürtmüştür.
1115’te Konstantin Gabras, Trabzon Dükü olunca bir yandan Danişmendliler ile işbirliği yaparak Bizans ile arasına mesafe koyarken diğer yandan Türk beylikleri arasındaki mücadelelerde taraf olmuştur. Danişmendliler ve Tuğrul Bey’in atabeği Belek ile Kemah Mengücük Emiri İshak arasındaki savaşta Mengücük emirinin tarafında olması ve savaşta esir düşmesi sonrası 300 bin altın fidye ödeyerek serbest kalması sonrası Danişmendlilerin desteğini kaybetmiştir. Bunu fırsat bilen Bizans tahtının yeni sahibi I. Manuel Komnenos ordularını göndererek Gabras’ı öldürtmüştür. Yeniden İstanbul’a bağlanan Trabzon’a Mihail Gabras Dük olarak atanmışsa da pozisyonunu çok fazla koruyamamıştır.
Trabzon İmparatorluğu
İstanbul’un 17 Temmuz 1203 tarihinde IV. Haçlı seferiyle gelen Latinler tarafından işgal edilmesinin ardından IV. Aleksius tahta geçirilmiş ama 1204’ün Ocak ayında İstanbul halkı isyan ederek IV. Aleksius’u öldürmüş ve tahta babasının damadı V. Murtzuphlos’u geçirmiştir. Bu olaydan sonra kendi aralarında anlaşan Haçlılar 13 Nisan 1204’te şehre saldırarak üçgün şehri yağmalamış, Baudoin de Flandre’yi tahta çıkararak İstanbul’da bir Latin devleti kurmuşlardır. Roma İmparatoruluğu’nun başkentinde bir Latin devletinin kurulmasının ardından Bizans tahtının varisleri ve asilzadeler İstanbul’dan kaçarak sığındıkları bölgelerde yerli halkın desteği ile Bizans’ın devamı sayılan devletler kurmuşlardır ki Trabzon’a yerleşen Komnenoslar dışında Alesios Angelos’un damadı Theodore Laskaris İznik’te (Nikea), Michale Angelos ise Teselya ve Epirus’ta bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
Komnenos hanedanının varisleri Aleksios ve kardeşi David sığındıkları halaları Gürcü Kraliçesi Tamara’nın sağladığı bir ordu ve yerli paralı askerler ile Doğu Karadeniz sahilinde ortaya çıkmışlar, 1204 Nisan ayında Trabzon önlerine geldiklerinde Nikephoros Paleologos kenti hemen teslim etmiştir. Trabzon İmparatorluğu aynı zamanda Komnenos hanedanının tekrar ata topraklarına dönmesi açısından da ilginç bir gelişmedir. Adlarını Trakya’daki Komne köyünden alan Komnenoslar gerçekte Anadolulu soylu bir aile olup, Kastamonu’daki büyük çaptaki mal varlıklarından Paphlagonialı oldukları anlaşılmaktadır.
Isaac, VI. Michael Stratiotikos’un stratopedarkhesi iken Michael’e karşı askeri bir darbe düzenleyerek kendisini imparator ilan edip Komnenos hanedanını başlatmış, aile İstanbul’da 104, Trabzon’da 252 yıl hüküm sürmüştür.
I. Aleksios henüz 22 yaşındayken kendisini Roma İmparatoru – Tüm Doğu’nun, İberyalıların ve Denizaşırı toprakların efendisi – ilan ederek, Büyük Komnenoslar adıyla Bizans tarihinde 257 yıl sürecek Rum hanedanını kurmuştur. I. Manuel, Büyük Komnenos dönemine dek Trabzon imparatorları “Basileos” ve “Romalıların İmparatoru” ünvanlarını kullanmıştır. 1261’de İstanbul Latinlerden tekrar Rumlara geçince imparatorluk amblemlerinin Komnenoslar tarafından kullanımına son verilmiştir. Trabzon kralları bu dönemden sonra Roma İmparatoru yerie “Doğu, İberia ve Perateia’nın Basiloes ve İmparatoru” ünvanını kullanmışlardır.
Aleksios’un kardeşi David, sahil boyunca ilerleyerek Samsun ve Sinop’tan sonra Karadeniz Ereğlisi’ni de ele geçirerek, Bithynia’nın doğu sınırına dayanmış böylece Komnenoslar kısa bir süre için de olsa Gürcü sınırındaki Soterioupolis ile Herakleia Pontika arasında egemen olmuş, Perateia adı verilen Kırım ve civarını vergiye bağlamıştır. Perateia, Kırım civarındaki Trabzon İmparatorluğu’nun denizaşırı toprakları olup, Kherson, Kerç ve civarındaki bölgeyi içermekteydi. Perateia’daki Trabzon kontrolü Tatar ve Ceneviz baskısı altında I. Aleksios’un öldüğü 1222 yılında iyice zayıflamışsa da başkenti Doros olan Trabzon destekli Theodoro Prensliği 1204 – 1475 yılları arasında Kırım’ın güneyinde varlığını sürdürmüştür.
Karadeniz sahilinde Trabzon merkezli bağımsız bir Rum Devleti’nin kurulması Müslüman tüccarlar açısından Kırımdan başlayıp İran, Suriye ve Irak’a uzanan Karadeniz ticaret yolunun güvenliğini olumsuz etkilemiştir. Buna ek olarak Haçlı seferleri sırasında abluka altına alınan Mısır ve Suriye limanlarının güvenli olmaktan çıkması ile Kırım – Astrahan – Orta Asya yolunun verimsizleşmesi Trabzon – Şam, Trabzon – Basra ve Trabzon – Tebriz kervan yolları ile Trabzon limanının stratejik önemini arttırmıştır. Latin kontrolündeki zayıf Bizans’a karşın Anadolu ticaret yollarının deniz aşırı bölgelere açıldığı Sinop ve Trabzon gibi limanların bağımsız bir Rum devletinin egemen olması Arap ve Anadolu ticaret burjuvazisini rahatsız ederek Latin Bizans, Selçuklu ve Laskaris’i Trabzon Devletine karşı birleştirmiştir. Bu ittifak Trabzon yayılmasını batı yönünde durdurmayı başarmıştır. Trabzon’u ele geçiremeyen Selçuklular 1205 – 1206 savaşlarında Samsun’a hâkim olamamakla birlikte Müslüman tüccarların – yerli Rumlar tarafından pek hoş karşılanmasa da – bu liman üzerinden Kırım ile ticaret yapabilmesini, dolayısıyla Anadolu ticaret yolunun güvenliğini sağlamayı başarmıştır.
Gerek İznik gerekse Trabzon krallarının Sinop’u elde etme arzusu Selçukluların kontrolünde yapılan Anadolu ticareti için hayati önemde olan Sinop limanının I. İzzettin Keykavus tarafından ele geçirilmesini gerektirmiştir. Sinop’un kaybının ardından Trabzon İmparatorluğunun Bizans ve Nikaea devletleri ile ortak sınırı kalmamıştır.
İzzettin Keykavus, 1214 tarihinde Sinop’a avlanmak için gelen Aleksios’u bir ziyafet sırasında ani bir baskın ve kısa bir çarpışmanın ardından sağ ele geçirmeyi başarmıştır. Buna rağmen kenti savunanlar tahta geçecek imparatorun oğulları olduğu gerekçesiyle Sinop’u Müslümanlara teslim etmeye yanaşmamışlardır. Selçuklular zor kullanarak şehri almayı başardıktan sonra Ağustos ayında imparatoru ancak yüksek bir fidye, yıllık vergi ödeme, sefer zamanı Selçuklu ordusuna asker gönderme şartlarını içeren bir antlaşma karşılığı serbest bırakmıştır.
I. Andronikos Gidon amcası Aleksios’un 1222 yılında ölümünün ardından tahta geçmiştir. İran, Kafkasya ve Azerbaycan’ı ele geçiren Moğollar 1223’de Kırım’ı da istila ederken Azerbaycan’da olan Celaleddin Harzemşah’tan aldığı cesaretle Andronikos, Kırım’da bulunan Suğdak kalesini ele geçirerek Selçuklular’ın Sinop üzerinden kontrol ettiği Anadolu ticaret yolunun karşı kıyısını kontrol altına almak istemiştir. Bunun üzerine 1223’te Konya Sultanı Alâeddin Keykubad Trabzon’u kuşatmış, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmış, Kastamonu uçbeyi Hüsameddin Çoban komutasında bir donanmayı 1227’de Suğdak’a yollayarak Trabzonluların kaleden çekilmesini sağlamıştır. Bu olayı fırsat bilen Andronikos Selçuklu egemenliğinden çıkmıştır. Yapılan mücadelelerde I. Alâeddin Keykubad’ın oğlu Melik ele geçirilmiş, daha sonra bir grupla birlikte serbest bırakılmıştır. Trabzon, bu zaferden sonra Selçuklu Sultanı’nın hizmetine asker göndermek, vergi ve hediye vermek yükünden kurtulmuştur. Bu dönemde Trabzon’un sınırları batıda Sinop’tan doğuda Gürcistan’a uzanmakta ve güneyde Ermeni kenti Koloniea’yı kapsamaktaydı.
Andronikos 13 yıl saltanat sürdükten sonra 1235’te ölünce yerine Axouchos lakaplı I. (John) Yannis geçmiştir (1235 – 1238), ancak bu dönem hakkında yeterli bilgi yoktur.
I. Manuel 1238’de tahta çıkıp, 1263’e kadar 25 yıl saltanat sürmüştür. 1243’te Moğollara yenilmesiyle Moğol hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır. Moğol istilası aynı zamanda Türkmen kabilelerinin Anadolu’ya göç etmesine sebep olmuş ve Selçuklu Devleti ile Hıristiyan bölgeleri arasındaki tampon bölgelere yerleşerek Anadolu’nun demografik yapısını değiştirmişlerdir. I. Manuel, 1250 – 1260 yılları arasında Ayasofya manastırını inşa ettirmiştir.
Trabzon’da ticaret kolonileri olan Cenevizliler ve Venedikliler özellikle imparator II. Aleksios zamanında pek çok imtiyaz elde etmişlerdir. İlhanlılar’a tabi olan ve ticaretin gün geçtikçe zenginleştirdiği Trabzon, bu süreçte İran’a her sene haraç olarak üç tümen vermekteydi. II. Andronikos döneminde (1263 – 1266) Sinop uzun süre direnmekle birlikte 1266’da yeniden Selçuklu hâkimiyetine girmiştir. Hülagü Han’ın 1265’te ölümünün ardından Trabzon üzerindeki Moğol hâkimiyeti bitmiştir.
III. Andronikos 1330 yılında tahta geçer geçmez iki erkek kardeşini öldürtmüş, diğer kardeş Basil ise İstanbul’a kaçmayı başarmıştır. Andronikos’un kardeşlerini öldürtmesi Trabzon halkını derinden sarsmış, hiziplere bölmüş, 20 ay süren iktidarı sırasında Trabzon tarihinde ilk olarak iç savaş çıkmış, Ocak 1332’de ölünce tahta 8 yaşındaki gayrimeşru oğlu II. Manuel çıkmıştır.
II. Manuel’in 8 aylık iktidarından sonra yaşanan isyan ve karışıklıklar nedeniyle Trabzon’un ileri gelenleri Manuel’in amcası Basil Komnenos’u İstanbul’dan çağırarak 22 Eylül 1332’de tahta geçmesini sağlamışlardır.
Basil döneminde taşrada krallığın otoritesi iyice zayıflamıştır. Basil, Bizans imparatoru III. Andronikos Palaiologos’un gayrimeşru kızı İrene ile bir ittifak evliliği yapmışsa da iki kentin ilişkileri hızla kötüleşmiştir. Basil, İrene’den boşanıp başka bir İrene ile evlenmişse de eski karısı İrene tarafından zehirlenerek 1340’da öldürülmüştür.
Aleksios’un kızı ve Basil’in kardeşi ve tahtın yasal varisi olan Anna Anachoutlou Laz savaşçıların desteğiyle tacı zorla ele geçirmiş ve 17 Temmuz 1341’de kendini kraliçe ilan etmiştir. İrene bir Frenk kalyhonuyla İstanbul’a gönderilmiştir. Michael’in oğlu III. Yannis, 5 Ceneviz kalyonuyla Trabzon’a gelerek tahtı ele geçirmiştir. Limnia’dan kurtarılan Michael 3 Mayıs 1344’de Trabzon’a getirilip tahta çıkarılırken, Yannis St. Sabbas manastırına sürgün olarak gönderilmiştir.
1346’da Türkmenler Trabzon’a bağlı Ünye’yi ve Hagios Andreas’ı ele geçirmişlerdir. Eylül 1347’de Trabzon’da çok büyük bir veba salgını başlamış ve 7 ay sürmüştür. Üstüne bir de deprem olunca Trabzon iyice güçsüzleşmiştir. 1340 yılında kurulup, 1343’de Sivas’ta Küçük Hasan’ı mağlup ederek Tebriz’den bağımsızlığını kazanan Eretna Beyliği Trabzon için tehdit oluşturmaya başlarken, Cenevizliler fırsattan istifade Giresun’u yağmalamışlardır.
Dük Niketas, 22 Kasım 1349’da Michael’i tahttan indirerek St. Sabbas manastırında rahip olmaya zorlamış, yerine Basil’in 11 yaşındaki oğlu III. Aleksios’u tahta çıkarmıştır. III. Aleksios Trabzon İmparatoru olduktan kısa bir süre sonra Bizans imparatoru VI. John Kantakouzenos’un yeğeni Theodora Kantakouzen ile 1351’de evlenmiştir.
Aleksios, Trabzon’u hedef alan Türkmen akınlarını engellemek ve evlilik yoluyla dış ilişkilerini güçlendirmek için kız kardeşi Maria’yı (Despina Maria) 1352’de Akkoyunlu Ali Bey’in oğlu Fahreddin Kutlu Bey ile evlendirmiştir. Alesios “evlilik diplomasisini” Trabzon topraklarını yağmalamaktan geri kalmayan Türkmen emirlerini durdurabilecek bir politika olarak uygulamaya koymuş olup, kız kardeşi Maria’dan sonra 1358’de diğer kız kardeşi Thheodora’yı Kahlybia emiri Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir ile evlendirerek barışı sağlamayı denemiştir.
Alesios, 1379’da kızı Eudokia’yı Niksar emiri Tacettin Çelebi ile evlendirerek batı sınırını güvence altına almaya çalışmışsa da Limnia bölgesi 1380’de Çepniler tarafından ele geçirilmiştir. Pir Hüseyin’in 1379 yılında ölümünden sonra Erzincan’da egemen olan Mutahharten, Bayburt ve Şarki Karahisar’ı da ele geçirip, imparatorun kızlarından birisiyle evlendirilmişse de Trabzonlulardan haraç almaya başlamıştır.
III. Alesios iktidarı boyunca şehri onarmakla uğraşmış, başta Sümela olmak üzere manastırlara büyük bağışlar yapmış, 50 yaşında 1390 yılında ölmüştür. III. Manuel babasının ölümünün ardından tahta çıkmıştır. III. Aleksios’un son günlerinde Gürcistan’ı fetheden Timur’un ordusu Trabzon topraklarını da yağmalamaya başlayınca 1390’da III. Manuel Moğollara haraç vermeyi taahhüt ederek barış istemek zorunda kalmış, hatta 1404’de Timur’un Osmanlı seferine katılan ordusuna 20 kalyon vererek yardım etmiştir.
1395’te Venedik ile Trabzon yakınlaşması yaşanırken batıda Osmanlılar yeni düşman olarak belirmiş, Yıldırım Bayezid, 1398’de Müslüman Samsun’u ele geçirerek hâkimiyetini Trabzon imparatorluğu sınırlarına kadar genişlettikten sonra Manuel’den kendisini tanıyıp haraç vermesini istemiştir. Gerek 1402’de Timur’un Anadolu’ya girip Ankara Savaşında Bayezid’i yenmesi gerekse Kadı Burhanettin’in ölümü Manuel üzerindeki baskıyı azaltmıştır. Moğol ordusu zaferin ardından sınırlarını Giresun’a kadar genişletmiştir.
III. Manuel 1417’de ölmüş, yerine IV. Aleksios tahta çıkmıştır. Timur’dan sonra Doğu Anadolu’ya hâkim olan Karakoyunlu beyi Kara Yusuf’un oğlu Cihan Şah ile kızlarından birini evlendiren IV. Aleksios Timur’a verdiği vergiyi Karakoyunlulara vermeyi kabul etmiştir. İmparator, diğer kızlarını da güçlü Hıristiyanlar ile evlendirerek ittifak arayışına girmiştir. Aleksios’un oğlu John, imparatorluğu babasıyla birlikte yönetmesine karşın, babasını tahttan indirebilmek için başarısız bir suikast girişiminde bulunmuş, Trabzonlu aristokratların araya girmesiyle planı bozulunca Gürcistan’a kaçmış, burada Gürcü kralı Alexander’ın kızıyla evlenmiştir. John Gürcü kralının sağladığı asker desteğiyle 1429’da imparatoru esir almayı planlamış, ancak çıkan çatışmada öldürmüştür. John hemen kente girerek tahta oturmuştur.
IV. John veya Kalo Yannis tahta geçer geçmez Erdebil Şeyhinin liderliğindeki Türkmenler Trabzon ordusunu mağlup edip şehri kuşatmışlarsa da ele geçirememişlerdir.
Osmanlıların Trabzon’u ilk ele geçirme teşebbüsü II. Murad tarafından 1442 – 1443’de yaşanmıştır. Karadeniz’e açılan Osmanlı donanması kötü hava koşulları yüzünden şehri kuşatmaktan vazgeçse de Osmanlılar şehrin civarını yağmalayıp esirler aldıktan sonra bölgeden ayrılıp Kırım sahilindeki Kefe’ye yönelmişlerse de çıkan fırtına nedeniyle sefer başarılı olamamıştır.
1456’da Erdebilli Safevi Şeyhi Cüneyd ve destekçisi Niksar Emiri Taceddinoğlu Mehmet Bey ile çevresine topladığı 4 – 5 bin kişilik silahlı müritleriyle iyice yıpranmış Trabzon üzerine yürümüş, Mezohaldiye Prensi Pansebastos Alexander’ı oğullarıyla birlikte öldürmeyi başarmış ve Aya Fokas mevkiinde kamp kurmuştur. Binlerce silahlı müridiyle şehri kuşatsalar da ağır silah eksikliğinden başarılı olamamışlardır. Fatih Sultan Mehmet’in Sivas Beylerbeyi Hızır Bey’i Şeyhin üzerine göndermesi üzerine kuşatma kaldırılmıştır. Zayıf düşen Trabzon hükümdarının dinç kuvvetlerle bölgeye gelen Hızır Bey ile anlaşmaktan başka çaresi kalmamıştır.
Kalo Yannis bir yandan Osmanlı’ya 3 bin altın vergi öderken diğer yandan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Karamanoğulları ve Gürcü Kralı ile Fatih’e karşı bir ittifak oluşturmaya çalışmıştır. Yannis, 1458’de ölünce yerine geçen David, kız kardeşi Theodora’yı Uzun Hasan’la evlendirerek imparatorluğun geleneksel denge politikasını sürdürmüştür. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Trabzonluların ricası üzerine İstanbul’a Murad Bey’i elçi olarak göndererek II. Mehmet’ten kendi korumasında olan Trabzon’dan aldığı vergiden vazgeçmesini hatta daha önce verilenlerinde geri ödenmesini isteyince savaş kaçınılmaz olmuştur. Elçisi ret cevabıyla geri dönünce Uzun Hasan oğlu Uğurlu Mehmed’i İstanbul’dan Trabzon ve Erzurum’a giden ana yol üzerinde bulunan Koyulhisar üzerine göndermiştir. Kenti yağmalayan Uğurlu Mehmed, Osmanlı kuvvetlerinin direnmesi üzerine önce geri çekilmişse de kısa süre sonra 1460’da Koyulhisar’ı ele geçirmeyi başarmıştır. II. Mehmet’in kaleyi geri almak için gönderdiği Rumeli Beylerbeyi Hamza Bey’i de mağlup eden Uzun Hasan Fatih’i anlaşma yapmak zorunda bırakmıştır.
Trabzon’un Fethi
Nisan 1461’de Fatih Sultan Mehmet, Sinop’ta bekleyen ve bazıları top taşıyan 300 gemilik donanmayı Gelibolu Sancakbeyi Kasım Bey ve Kaptan-ı Derya Yakup Bey komutasında Trabzon’u denizden kuşatmak için yola çıkarırken, kara ordusunu ise Trabzon’a gönderildiğinin anlaşılmaması için Sivas’tan kuzeye doğru yönlendirmiştir. Anadolu Beylerbeyi Gedik Ahmet Paşa komutasındaki öncü kuvvetler Akkoyunlu Yar Ali Bey’in elinde tuttuğu Koyulhisar’ı 3 gün içinde ele geçirince Uzun Hasan’ın amcası Hurşid Bey komutasındaki Akkoyunlu kuvvetleri Osmanlı kuvvetlerine baskın yapmayı denemişler ancak bozguna uğramışlardır.
Fatih Sultan Mehmet Erzincan yaylalarından Yassıçemen’e gelip, Erzincan üzerine bir taarruza hazırlanırken amcası Hurşid Bey’in yenilgisinden umutsuzluğa kapılan Uzun Hasan, savaşı göze alamadığından annesi Sare Hatun’u değerli hediyeler ile birlikte barış elçisi olarak Osmanlı Sultanına göndermiştir. Fatih, Osmanlı topraklarına girmemeleri ve Trabzon’a yardım göndermemeleri koşuluyla özrü ve öneriyi kabul etmiş ancak “ana” diye hitap edip saygı gösterdiği Sare Hatun ve Akkoyunlu elçilerini sefer bitene dek yanında rehin tutmuştur. Ancak Trabzon’u ele geçirdikten sonra hediyeler vererek salıvermiştir.
Osmanlı ordusu Bayburt’tan Trabzon üzerine sarp ve ormanlık yollar üzerinden, düşman halklar arasından giderken, Mahmut Paşa komutasındaki öncü güçler Trabzon önlerine daha erken gelmeyi başarmıştır. 6 hafta boyunca denizden ve karadan kuşatılan ve ağır ateş altında kalan Trabzonlular, Akkoyunlulardan yardım gelmeyeceğini anlayınca kenti 15 Ağustos 1461’de teslim etmişlerdir.
Osmanlı Dönemi
Fâtih Sultan Mehmet Han, Trabzon Bizans İmparatoru Komnenus’u İstanbul, Edirne ve sonra da Serez’e sürdü. Kendisine bir malikâne verdi. Fakat Komnenus, Fatih’in rakibi Uzun Hasan ile mektuplaşıp, Osmanlı Devleti aleyhine çalışınca İstanbul’da İmparator İkinci David ile 4 oğlu ve 1 yeğeni idam edildiler. Fatih’in İstanbul’dan sonra ikinci yıktığı Bizans İmparatorluğu Trabzon’dur. Trabzon, Türklerin Anadolu topraklarında fethettikleri sonuncu şehirdir. Böylece Doğu Roma tamamen silinmiştir. Bütün Anadolu Türk hâkimiyeti altına girmiştir.
Fatih Sultan Mehmet birkaç gün kaldığı Trabzon’u sancak yaparak, Gelibolu beyi ve donanma komutanı Kazım Bey’i yönetici olarak atamış, böylece eski Rum İmparatorluk merkezinde 1923 yılına değin sürecek Osmanlı idaresi fiilen başlamıştır. 1514 yılında Bayburt – Trabzon – Erzincan vilayetine, 1517’de Anadolu vilayetine, 1520’de Vilayet-i Rum-u Hadis’e, 1535’te yeni kurulan Erzurum Beylerbeyliğine bağlandıktan sonra 1581’de Batum Sancağı ile birleştirilerek Eyalet haline getirilmiştir. 1650’li yıllara dek “Eyalet-i Batum nam-ı diğer Trabzon” kaydında olduğu gibi iki isimle anılsa da bu tarihten sonra Trabzon Eyaleti olarak anılmıştır.
1486 yılına ait Osmanlı kayıtlarından kentte tahminen 858 Ermeni, 204 Cenevizli, 11 Venedikli, 4476 Rum Ortodoks olmak üzere 5549 Hıristiyan’ın yaşadığı, buna karşılık 761 kale muhafızı ve azeban ile az sayıda Müslüman’la birlikte kent nüfusunun 7574’ü bulduğu sanılmaktadır. 1520’de kent nüfusunun %78’i gayr-i Müslimler, %22’sini Müslümanların oluşturduğu görülmekte, 1554 yılında ise kentteki Hıristiyan nüfusun %55’e düştüğü anlaşılmaktadır. Bu duruma Trabzon halkının eşzamanlı olarak İslamiyet’i kabul ettiği düşünülmektedir.
Babasının valiliği sırasında 1470 yılında Amasya’da doğan I. Selim, 1489 yılında Şehzade Bayezid’in büyük oğlu Abdullah’tan sonra Trabzon’da görev yapan ikinci şehzade olarak Sancak Beyi olmuş, Osmanlı tahtını ele geçirmek maksadıyla gemiyle Kefe’ye geçene dek kentte vali olarak 29 yıl görev yapmıştır.
Yavuz Selim’in Sancakbeyliği zamanında Trabzon tamamen bir Türk şehri olmuştur. Kültür ve sanat eserleriyle donatılmıştır. Yavuz’un oğlu Kanuni Trabzon’da doğmuş ve çocukluğunu burada geçirmiştir.
Yavuz, Trabzon’a gelişinin ilk yıllarından itibaren sancağının sınırlarını genişletmeye çalışmış, 1491’de surları onartıp ve kentin savunmasını güçlendirmiştir. 1501’de İran’da “İsna Aşeriyye” adı verilen Şiiliğin Anadolu’da yayılması konusunda babasını uyarmıştır. Türkmen beylerinin elinde olan Bayburt ve İspir kalelerini zapt ederek olası bir Safevi saldırısına karşı Trabzon’un çevresinde hâkimiyetini arttırmış, diğer yandan Safeveler’in Tebriz işgalinden sağ kurtulan Akkoyunlu Beyleri ve ahalisini kabul ederek Trabzon ile Rize arasına yerleştirmiştir.
Şah İsmail 1507’de Dulkadiroğullları üzerine yürüyerek Elbistan ve Maraş’ı yakıp yıkarken, durumu savaş sebebi sayan Trabzon Sancakbeyi Şehzade Selim atik davranarak Erzincan’a baskın yapıp, Şah İsmail’in Dulkadiroğlu Alauddevle Bozkurt bey’in üzerine giderken, ağır olduğu için Erzincan’da toprağa gömdürdüğü top ve cephaneleri alarak Trabzon’a dönmüştür. Şah İsmail kardeşi İbrahim’i intikam için Trabzon’a göndermişse de Yavuz, İbrahim Mirza’yı mağlup ederek esir almıştır. Erzincan’ı kurtarmak harekete geçen Şah İsmail’in ordusunu da bir gece baskını ile bozguna uğratmıştır. Bunun üzerine Şah İsmail II. Bayezid’e tehdit eden bir mektup göndererek kendisinin Akkoyunluların varisi olduğunu, Selim’in ele geçirdiği toprakları geri vermesini ve Trabzon Sancakbeyliğinden alınmasını talep edince Divan-ı Hümayun, Yavuz’a Bayburt, Kemah, Erzincan ve İspir’i Safevelere geri vermesini emretmiştir.
Akkoyunlu hanedanı Murad Beyi yenerek kendi devletini kuran, 1510 yılında Özbekleri yenilgiye uğratarak, Horasan, Buhara, Semerkant ve Hive’ye hâkim olan, pek çok Sünni Müslümanı öldüren Şah İsmail daha tahta çıkmadan önce Anadolu’ya gönderdiği Kızılbaş dedeleri vasıtasıyla Türkmenleri İran’a çağırmış, Anadolu’daki pek çok aşiret gibi Trabzon civarında yaşayan Çepniler’in bir kısmı da bu çağrıya kulak vererek topraklarını terk etmişlerdir.
Sancakbeyi olmasına karşın Beylerbeyi gibi hareket eden Yavuz, Şah İsmail’in zenginlik ve başarısından etkilenen gazi ve Türkmenlerin Anadolu’yu terk ettiğini görünce İstanbul’a danışmadan 1508 yılında Anadolu illerine haber göndererek Gürcüler üzerine akın yapacağını, ganimet isteyen yiğitleri aradığını duyurunca çok sayıda savaşçı Trabzon’a gelerek emrine girmiştir. Gürcü kralına savaş açan Yavuz, Rize’den doğuya doğru ilerleyerek Batum’a girmiş, Gürcü Atabek Mirza Çabuk’un yardımıyla, III. Bagrat’ı yenerek Kutaişi’ye dek ilerlemiştir. Çok sayıda ganimet ve 10 binden fazla esir elde etmesinin yanı sıra II.Bayezid’in barışçı politikasından sıkılmış durumdaki gazilere fetihçi karakterini ispatlayarak Trabzon’a geri dönmüştür. Yavuz, Gürcistan seferinde elde ettiği ganimetten hakkına düşen beşte birlik payını bile gaziler arasında pay etmiş, gaziler yurtlarına döndüklerinde etraflarına Şehzadenin cesaret ve cömertliğini anlatarak, İran’a gitmelerine gerek olmadığını, Yavuz’un Sultan olması durumunda gazilere çok iş düşeceği, yüksek mevkilerin kendilerine açılacağına dair inancı pekiştirmişlerdir.
23 Ağustos 1514 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Safevi Şahı İsmail’e karşı kesin zaferiyle sonuçlanan Çaldıran Meydan Muharebesi öncesi Trabzon limanı Osmanlı ordusunun iaşe, asker ve mühimmat ihtiyaçlarının sağlanmasında kullanılmıştır. Safevi ordusunda Osmanlı’ya karşı çatışan Anadolu Alevilerinin bir kısmı savaş sonrasında Anadolu’da Sünni zaferinin kesinleşmesi üzerine topraklarını terk edip İran ve Azerbaycan’a göç etmişlerdir. Çaldıran zaferi sonrasında 23 Ekim 1514’de Trabzon sancağı yeni kurulan ve Bıyıklı Mehmet Paşa’ya emanet edilen Erzincan – Bayburt beylerbeyliğine bağlanmıştır.
Yavuz Sultan Selim’in Trabzon valiliği sırasında hicri 900 (1495 – 96) yılında eşi Hafsa Sultan’dan Süleyman adını vereceği oğlu dünyaya gelmiştir. Genç Şehzade çocuklu ve gençlik yıllarını Trabzon’da geçirdikten sonra 6 Ağustos 1509’da Kefe’ye Sancakbeyi olarak atanmış, Yavuz’un Sultan olmasının ardından aynı görevle Manisa’ya atanmışsa da Yavuz Selim’in ölümü üzerine İstanbul’a çağrılarak 30 Eylül 1520’de tahta çıkmıştır.
Trabzon’da 1565 – 1566 yıllarında kenti kasıp kavuran veba salgınında kesin kurban sayısı bilinmemekle birlikte çok sayıda ölüme sebep olmuş, Tabakhane bölgesinde başlayan salgın, Haziran ayında Maçka nahiyesinde Veryan köyüne hatta Sürmene’ye dek sıçrayınca pek çok köy hastalık korkusuyla boşaltılmıştır. 1565 yazı boyunca devlet görevlileri de aşar vergisi toplayamamış, kentte ticari hayat durma noktasına gelmişse de 1566 Mart ayından itibaren hayat normale dönmeye başlamıştır.
1624 yılında Tirebolu’yu yağmalayan Kazaklar, bir yıl sonra ve 1631’de yine yağma amacıyla Trabzon kıyılarına gelip önemli miktarda can ve mal kaybına sebep olmuşlardır. Kazak saldırılarında 1631’de Hatuniye Mahallesi, 1633’de Aşağı Hisardaki Bedesten yanmıştır.
Azak Denizi’nde Don Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü stratejik noktada kurulan Azak Kalesi 13 Haziran 1700 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile Rus Çarlığı tarafından alınıncaya kadar Osmanlı İmparatorluğunca Rusların Karadeniz’de güç kazanmasını engellemek için inatla savunulan bir mevkii olmuş, 16. yüzyıl boyunca Trabzon valileri aynı zamanda Azak Muhafızı olarak görev yapmıştır.
17. yüzyılda Trabzon ve Batum, Osmanlı İmparatorluğu’nun 28 eyaletinden birisi olan Trabzon’un Paşa Sancakları olmuştur. 1732 yılında Batum yurtluk olarak Ahmet Bey’e verilip konumu değiştikten sonra Trabzon vilayetinin 1759 yılındaki düzenlemeye göre Bafra, Yavebolu (Görele), Tirebolu, Giresun, Arhavi, Trabzon, Of, Ahıska, Canik, Gümüşhane (Torul), Viçe, Esir, Pazarsuyu, Rize, Akçaabat, Karahisar’ı Şarki, Faş, Sürmene, Hemşin, Ünye ve Sohum adlı 22 kazadan oluştuğu görülmektedir.
1838 Tanzimat Fermanı Hıristiyanların yaşam koşullarını iyileştirirken yeni ekonomik fırsatlar yaratmış, daha iyi yaşam şartları için sürekli Rusya’ya göç eden Pontus Rumları artık Trabzon ve civarındaki yurtlarında güvenli ve refah içinde yaşayabileceklerinin farkına varmışlardır.
İngiltere’nin İstanbul konsolosu olan Lord Stratford de Redcliffe’nin ısrarlı çabaları sonucunda İslam’dan dönenlere (mühtedilere) verilen ölüm cezası 1844’te kaldırıldıktan ve 1856’da İslahat Fermanı’nın da yürürlüğe girmesini takiben Trabzon – Gümüşhane sınırındaki dağlık alanda yaşayan 20 bin civarındaki gizli Hıristiyan Osmanlı hükümeti tarafından cezalandırılmadan eski dinlerine resmen dönmüşlerdir. Trabzonlu Müslümanların “Uzun sokak çamur oldi, Kromlialar gâvur oldi” atma türküsünde dile getirdiği bu olay toplumlararası ilişkileri ister istemez germiştir.
1821 Yunan bağımsızlık savaşının başarıya ulaşmasının ardından Anadolu’da Hıristiyan karşıtlığı güçlenmiştir. 1826 – 28 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında Trabzon’da yaşayan Ermeni Katoliklerinin Rus tarafını desteklemesi hatta Rus ordusunda Erivanlı Katolik Ermeni generaller bulunması hükümetin Katoliklere karşı tavır almasını bazı rahip ve ileri gelenlerin tutuklanmasına yol açmıştır. Bunula birlikte Rusya’nın galibiyeti ve Çarlığın diplomatik baskısı sonucu 17 Nisan 1834’te Katolikler Osmanlı toplumu içerisinde “millet” statüsünde tanınmıştır.
1877 – 78 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında Kars – Ardahan’ın Rus Çarlığınca ele geçirilmesi ve yakın zamanda tüm Doğu Anadolu’nun Çarlık topraklarına katılma ihtimali Ermenilerin özerklik ya da en azından Hıristiyan bir devletin egemenliği altında yaşama hevesini arttırmıştır. 1890’da İstanbul’dan Trabzon’a gelen Ermeni başpiskopos Khrimian yerel Ermenileri oldukça etkileyen politik bir vaaz vermiş, 1890 – 95 arasında etnik derneklerin sayısı hızla artarken, Ermeni gençlerin beyinleri milliyetçilik ve bağımsızlık söylevleri ile yıkanmıştır. Bu dönemde Trabzon’da gerçekleşen ilk Ermeni örgütlenmesi bir grup öğrenci tarafından 1889’da kurulan Gizli Eğitim Derneği olmuştur.
Ermenilerin bağımsız bir devlet kurmasını arzulayan Armenakan Partisi 1885’te kurulup, İstanbul, Trabzon, Muş ve Bitlis’te örgütlenirken, Hınçak Partisi ise 1887’de kurulup İstanbul, Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da şubeler açıp propaganda faaliyetlerine başlamıştır. II. Abdülhamit balkanların elden çıktığını görünce doğuyu koruyabilmek için 1891’de Kürt aşiretlerinden Hamidiye alaylarını oluşturarak Ermenileri kontrol altına almaya çalışmıştır. Ancak Kürt aşiretlerinin ardı arkası gelmeyen ayaklanmaları sırasında Ermeni köyleri de talan edilmiştir. Ermeniler can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet otoritesine karşı bağlılık ve saygılarını yitirmiş, bununla birlikte kendilerini soyup soğana çeviren Kürt aşiretlerine karşı nefretle bilenmeye başlamış, bunun sonucu olarak da silahlanma ve ayaklanmanın gerekliliğine inanmıştır.
Çok sayıda Bulgar ve Türk’ün hayatına mal olsa da sonuç itibariyle başarılı olan 1876 Bulgar ayaklanmasını taklit eden “Ermenilere saldırmaları için Müslümanları tahrik ederek Batı kamuoyundan destek sağlamak” eylemlerine sahne olan 1893 Yozgat ve özellikle 1895 Zeytun, Van, Sason ve 1909 Adana isyanları Ermeni talep ve propagandasının Batı kamuoyunda tartışılması ve uluslararası bir mesele olmasını sağlamıştır.
Bu nedenlerle 1915 öncesinde İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Bayburt, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat ve Zeytun’da gerçekleşen Ermeni eylemlerinin amacı Anadolu’da Hıristiyanların Müslümanlar tarafından baskıya maruz bırakıldığı gerekçesiyle Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmeye ve büyük devletlerin müdahalesini sağlamaya yöneliktir. Buna karşın Ermeni aydınların umduğu gibi dışarıdan fiili bir müdahale gelmeyince I. Dünya Savaşı bağımsızlık elde etmek için fırsat olarak görülmüş, Ermeni çeteleri Türk ordusunun ikmal hatlarına yoğun saldırılar düzenlemek ve telgraf tellerini kesmek gibi eylemlerle Rus ordusunun Doğu Cephesindeki zaferini hızlandırmaya çalışmıştır.
15 Mayıs 1895’de Trabzon Ermeni başpiskoposu Müslüman başıbozuklar tarafından öldürülünce Ermeniler, Trabzon’da misafir olarak bulunan eski Van valisi Bahri Paşa’yı cinayetten sorumlu tutmuştur. 3 Ekim 1895 günü Trabzon’da Bahri Paşa beraberinde Trabzon Fırka-i Askeriye Kumandanı Hamdi Paşa, Trabzon İran Konsolosu Mirzâ Râzî Han ile Posta ve Telgraf Müdürü İzzet Bey olduğu halde sokakta silahlı 2 Ermeni öğrenci tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu yaralanmıştır. Olayın faillerinden Estapani Berberyan adlı kişi Ermenilerce himaye edilmiş, üstüne birde ertesi gün Vilayet Kâtibi Rahmi Efendi’nin katline de karışınca ortam iyice gerilmiştir. Bu olaydan birkaç gün sonra İslam ve Ermeni mahallelerinde gerçekleşen kışkırtmalar sonucu çatışmalar başlamıştır. Polis ve jandarma kuvvetlerinin bastıramadığı olaylarda Trabzon ve köylerinde 500’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 5000’in üzerinde Ermeni göç etmiştir.
Olaylara adı karışan Ermeniler mahalli Divan-ı Harb’e sevk edilmiş ve suçlu görülenler sürgüne gönderilmişse de 1896 yılı içerisinde Osmanlı Bankası baskınından hemen sonra II. Abdülhamid’in ilan ettiği genel afla serbest kalmışlardır.
Kafkasya ve Doğu’da yaşayan Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapması tüm Osmanlı Ermenileri için problem olmuştur. Şubat 1915’te Trabzon’un bombalanması ve Rus cephesinin çökerek savaş hattının Trabzon’a yaklaşması kentte yaşayan Ermenilerin statüsünü kötü etkilemiştir.
Ruslara karşı çarpışan ve Türk Kafkas Ordusu olarak da bilinen II. Ordu’nun tüm ihtiyaçlarının Trabzon limanı üzerinden sağlanmasına, nakliyenin çoğunlukla Yavuz, Midilli ve Hamidiye savaş gemilerinin refakatinde yapılmaya çalışılmışsa da Trabzon’un Ruslarca işgalini engelleyememiştir. 17 Kasım 1914’te ise 19 savaş gemisinden oluşan Rus Donanması Karadeniz kıyısındaki tek modern Türk limanı olan Trabzon’u 1,5 saat süreyle bombaladıktan sonra mayın döşeyip batı yönüne doğru hareket etmiş, ertesi günlerde Akçaabat ve Samsun liman girişleri de mayınlanmıştır. Ruslar, 1915 yılı içerisinde Ordu, Giresun, Rize, Sinop, Tirebolu, Şile ve Hopa limanlarını da bombalayarak Osmanlı deniz trafiğini önemli ölçüde sekteye uğratmıştır.
Rus genelkurmayının stratejisi diğer cephelerde kesin sonuç alıncaya kadar Kafkasya’da savunma pozisyonunda kalmak olduğu için 22 Aralık 1914’te başlayıp 17 Ocak’ta felaketle sonuçlanan Sarıkamış taarruzunda Türk kuvvetlerinin sayısı 30 bine düşmüşse de savunma pozisyonunu terk etmemiştir. Bununla birlikte Çanakkale cephesinden boşalan birliklerin Doğuya sevk edileceğini anlayan Rus Kafkas Ordusu Şubat ayında taarruza girerek kısa sürede Erzurum, Bayburt, Erzincan, Trabzon, Van ve Muş’u kapsayan geniş bir bölgeyi ele geçirerek pozisyonunu sağlamlaştırmıştır.
6 Mart’ta Atina (Pazar) ve Mapavri’yi (Çayeli), 8 Mart’ta Rize’yi işgal eden Rus ordusu, Rize limanından faydalanarak Batı cephesinden çektikleri 35 bin kişilik bir kuvveti Rize’ye çıkarmıştır. 34 piyade taburu, 3 süvari birliğinden oluşan Rus kuvvetleri 26 Mart’ta yerel milislerce desteklenen 10 taburdan oluşmuş 4879 kişilik Osmanlı birliklerini Of civarında bozguna uğrattıktan sonra 14 Nisan’da Sürmene’ye girmiştir. 15 Nisan 1916’da Trabzon’a 18 km yaklaşan Rus ordusu kentteki birlikleri kuşatma altına almak için Akçaabat’a asker çıkarma kararını almışsa da panik halindeki halkın kentin boşalttığını duyunca vazgeçmiştir.
15 Nisan gecesi Trabzonlu Müslümanların önemli bir kısmı kenti terk ederken, hükümete ait önemli dosya ve defterler sandıklara yerleştirilip kayıklarla vilayet merkezinin taşındığı Ordu kazasına nakledilmiştir.
Rumlar 18 Nisan günü Rus komutanına bir temsilci göndererek Türklerin Trabzon’u boşalttıklarını bu yüzden kenti topa tutmamalarını rica etmişlerdir. Aynı günün akşamı herhangi bir direnişle karşılaşmadan kente giren Rus Kafkas Ordusu komutanı General Nikolay Yudeniç Trabzon metropoliti Hrisantos tarafından övgüyle, kentin Rum ahalisi tarafından sevinç gözyaşlarıyla karşılanmıştır. 2 gün sonra Rus ordusu 20 Nisan’da Akçaabat’a girmiş, Tirebolu yakınlarındaki Harşit çayına dek ilerlemiştir.
Rus Çarlığı, Osmanlı topraklarının bir bölümünde İngiliz – Fransız hâkimiyetini öngören Sykes – Picot anlaşmasını tanıması karşılığında bu ülkelerle imzaladığı Pertograd protokolüyle Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’i kendi payı olarak müttefiklerine kabul ettirmiştir. Rus işgal kuvvetleri komutanlığı Rusça, Türkçe, Ermenice ve Rumca yayınladığı bir bildiride Rus kanunları önünde herkesin eşit olduğunu Müslümanlara baskı yapılmayacağını ilan etmişse de Rus ordusundaki Ermeni kökenli askerler ve Rum çetecilerin taşkınlıklarını çoğu zaman önlemekte etkisiz kalmıştır. Muhacir çıkan Müslüman ahalinin geride bıraktıkları Rus askerler ve Rumlarca yağmalanmıştır.
Ekim 1917 devrimi Rus ordusunun dağılmasına yol açarken, ordu içi hiyerarşi yozlaşmış, otorite boşluğu çetelere yarayınca yağmacılık faaliyetleri hız kazanmıştır. 18 Aralık 1917’de imzalanan Erzincan Mütarekesi’nin ardından Rus birliklerinin Trabzon limanı üzerinden kenti vapurlarla terk etmeleri Trabzon’da izdiham ve yiyecek sıkıntısına sebep olmuştur.
Rusların çekilmesini fırsat bilen Ermeni çetelerinin işgal bölgelerinde doğan otorite boşluğundan faydalanıp Müslüman halka zulmetmesi üzerine Enver Paşa, 3. Ordu komutanı Vehip Paşa’ya kesintiye uğrayan Brest Litovsk görüşmelerinin sonucunu beklemeden Ocak ayında Trabzon’un kurtarılması emrini vermiştir. Sırasıyla 14 Şubat’ta Görele, 15 Şubat’ta Vakfıkebir, 18 Şubat’ta Akçaabat, 24 Şubat’ta Trabzon ve Of kurtarılmıştır. Başkanlığını Azeri bir albayın yaptığı Rus ordusundaki Müslüman askerler kenti terk etmeden önce Bakü Müslümanları Cemiyet-i Hayriyesi adlı bir teşkilat kurarak, çeşitli yardımların yanı sıra Türklerin silahlanmasını da sağlamışlardır.
3 Mart 1918 tarihinde Rusya ile Almanya, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan arasında imzalanan barış antlaşmasının 3. paragraf 4. maddesine göre Kars, Ardahan ve Batum Rus ordusu tarafından boşaltılacak, bölge halkının kendi kaderini tayin etmesine engel olunmayacaktı. 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nin başlattığı siyasi belirsizlik sürecinde Müslümanlar, Rumlar ve Ermeniler cumhuriyetin ilk yıllarına dek bölgede birer güç odağı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Wilson ilkelerini kendilerince yorumlayan Ermeniler 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Konferansına 2 ayrı heyetle katılmış, Ermenistan için talep ettikleri topraklar arasına, kurulacak ülkenin yaşayabilmesi için Karadeniz kıyısında bir limana ihtiyaç duyacağı tezinden hareketle küçük bir azınlık oldukları Trabzon’u da katmışlardır. Hatta bu önerilerine şaşırtıcı bir şekilde Yunanistan da onay vermiştir. Trabzonlu Türkleri dehşete düşüren bu talep bölgede bağımsız bir Rum devleti kurmak isteyen Pontusçuların da tepkisini çekmiştir. Bununla birlikte İtilaf devletler, Ermenilerin bu liman ihtiyacının Batum limanından sağlanmasının daha akılcı olduğunu sürmüşlerdir.
Milli Mücadele Döneminde Trabzon
Rus işgali sırasında önemli bölümü Trabzon’dan uzakta güç şartlar altında ölüm kalım mücadelesi vererek muhacir yaşayan Trabzon halkı bağımsızlığın değerini çok iyi anlamıştır. Trabzon’un Ermenilere verilmesi veya bir Rum Devleti’nin merkezi olması talepleri, özellikle İzmir’in işgalinin ardından gerçekleşme ihtimalinin artmasıyla benzer sıkıntıları yaşama endişesiyle örgütlenerek cemiyetler kurmuş, çıkardıkları gazete ve katıldıkları kongrelerde kendi irade ve anlayışlarını ortaya koymaya çalışmışlardır.
Ocak 1919’da İstanbul’da kurulan liberal, saltanat yanlısı ve ittihatçı karşıtı “Trabzon ve Havalisi Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti”, Tanzimat’ın ilanıyla birlikte başlayan merkeziyetçiliğin devleti felakete sürüklediğini iddia ederek, Paris Barış Konferansı döneminde aktif olarak politikayla uğraşmıştır. Trabzon’un kurulması planlanan Ermeni Devleti’ne verilmesine karşı çıkarken, Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde Türkler ve Rumların birlikte yönettiği, iç işlerinde bağımsız bir Pontus eyaleti düşüncesini desteklemişlerdir. Gerçekte “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nın bir yan kuruluşu olan Cemiyet ancak Of kasabası ve Rize’de birer şube açabilmiştir.
10 Şubat 1919’da Trabzon’da kurulan “Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti” Erzurum Kongresi’nin toplanmasına öncülük eden 2 cemiyetten birisi olup, Trabzon eşrafının yanı sıra kentteki İttihatçı asker ve bürokratların da desteğiyle Barutçuzade Ahmet ve Faik Efendi’nin liderliğinde kurulmuştur. Kısa sürede Giresun, Of, Sürmene, Ordu ve Rize’de şube açmıştır.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan ordusunca işgal edilmesi ve kentte yaşayan Rumların taşkınlıkları Karadeniz kentlerinde büyük tepki yaratmış, Ordu, Maçka, Giresun ve Trabzon yörelerinde miting ve protesto gösterileri düzenlenmiştir. Üstüne bir de Trabzon’un İngiliz ve Fransızlarca işgal edildiği ve Âdem-i Merkeziyetçiler ’in Trabzon’un bağımsızlığı için İtilaf devletleri ile görüştüğü söylentileri çıkınca bölgede tansiyon iyice yükselmiştir. Karadenizli kayıkçı ve gemiciler İstanbul – Trabzon limanları arasında silah ve cephane sevkiyatını sağlamakla görevlendirilmişlerdir.
23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Erzurum Kongresi’ne Trabzon vilayetinden 14 delege katılmış, Sürmene delegesi Ömer Fevzi Bey başta olmak üzere bazı delegeler bir komutanın başkanlığa getirilmesinin yurt dışında hoş karşılanmayacağı gerekçesiyle Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına seçilmesine muhalefet etmişse de düşünceleri kabul görmemiştir. Trabzon delegeleri kongreye 22 maddelik bir özerklik taslağı sunmakla kalmamış, Mustafa Kemal’in “Heyeti Temsiliye” seçildiği tutanağı reddederek milliyetçilerle ipleri koparmışlardır.
Erzurum Kongresi’nde ise Karadeniz sahilinde Pontus devleti kuruluşu konusunda yapılan hazırlıklara dikkat çekilerek, Rusya sahillerinden göçmen adı altında Rum çetelerinin getirilmesine yönelik endişe dile getirilmiştir. Beyannamenin 1 – 2 ve 5. maddelerinde Trabzon vilayeti ve Canik (Samsun) sancağı ile Doğu vilayetlerinin birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak istemeyen bir bütün olduğu, halklarının kıvanç ve tasada bütün olduğunu, her türlü işgal ve müdahaleye karşın hep birlikte direnip savunma ilkesinin kabul edildiği, Hıristiyanlara siyasal egemenliği bozacak yeni imtiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği açıkça bildirilmiştir.
Erzurum Kongresi’nin kararı gereğince Trabzon’daki Muhafaza-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin merkez ve şubeleri kapatılarak yerlerine Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubeleri kurulmuştur. Trabzonlu İzzet ve Servet Beyler ile Gümüşhaneli Zeki Bey, Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne katıldığı halde Mustafa Kemal’in 2 kez çağırmasına karşın Tahkik Heyeti’nin kentte bulunmasını bahane ederek Sivas Kongresi’ne katılmayı reddetmişlerdir. Sivas Kongresi’ne katılmadıkları gibi 20 Eylül’de Trabzon Müdafaa-i Hukuk Derneği’nden Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne kongrenin kararlarını tanımadıklarını bildiren ve Kazım Karabekir Paşa’ya da İstanbul ile haberleşmeye izin verilmesinin istendiği birer telgraf çekmişlerdir. Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin İstanbul’a gönderdiği 3 delegeden birisi olan Ömer Fevzi Bey yönetimindeki Selâmet Gazetesinde Mustafa Kemal ve Rauf Bey aleyhine makaleler yayınlayarak Temsil Hükümetinin asker toplama kararının Türklerin mahvına sebep olacağını iddia etmişlerdir. Kâzım Karabekir Vali Mehmet Galip Bey ile görüşerek Ömer Fevzi Bey’in tutuklanmasını istemişse de vali kabul etmemiş, Kâzım Karabekir’in İstanbul hükümetine telgraf çekilmesi yönündeki talebini de reddetmiştir. Bu görüşmenin ardından Mustafa Kemal Paşa, Trabzon valisinin Milli Mücadele için tehlikeli birisi olduğuna iyice kanaat getirmiş, Kâzım Karabekir Paşa’nın da onayıyla Torul’da bulunan Deli Halit Paşa tarafından tutuklanan vali Erzurum’a gönderilmiş, Ömer Bey ise kenti terk ederek İstanbul’a kaçmıştır.
Ekim ayında eski Urfa mutasarrıfı Haydar Bey Trabzon Valisi olarak atanmıştır. 29 Ekim’de Rus işgali sırasında kapanan Türk Ocağı yeniden faaliyete geçirilmiştir. Haydar Bey, Ocak 1920’de sağlık sorunları sebebiyle istifa edince yerine 25 Ocak 1920’de sonradan Erzurum Valiliği de yapacak olan eski Canik mutasarrıfı Hamit Bey atanmıştır.
16 Mart 1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgali üzerine Trabzon önlerine bir İngiliz filosunun gelmesi kentte heyecan yaratmıştır. Hatta Trabzon valisi Hamit Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek durumun seçime elverişli olmadığını bildirmişse de Trabzon’un Büyük Millet Meclisi’ne temsilci göndermemesinin zayıflık belirtisi olarak algılanacağı düşünülmüştür. Kâzım Karabekir Paşa’nın emriyle seçimler yapılarak Hamit, Sabri, İzzet, Faik ve Recai Beyler mebus olarak seçilmişlerdir. Trabzon mebusu İzzet Bey ile Gümüşhane mebusu Ziya Bey’in aralarında bulunduğu kafile kara yoluyla Ankara’ya giderken Çarşamba yakınlarında bir çete tarafından pusuya düşürülmüş ve 2 mebus şehit edilmiştir.
Sovyet Rusya ile Ankara Hükümeti arasında 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması 24 Ağustos 1920 tarihinde paraf edilmiş ve Milli Mücadele için gerekli silahlar Rusya’dan temin edilmeye başlanmıştır. Eylül ayından itibaren Batum, Tuapse ve Novorossisk’ten gelen Rus yardımı silah, cephane ve malzeme önce Trabzon limanına getirilip, buradan diğer gemilere aktarılarak Samsun, İnebolu ve Akçakoca’ya sevk edilmiştir.
II. İnönü muharebesi sırasında Batı cephesini takviye etmek amacıyla III. Kafkas tümeni Trabzon limanı üzerinden Akçakoca’ya, Giresun Alayı ise 16 Nisan 1921 tarihinde batıya nakledilmiştir. Moskova Antlaşmasının gereği olarak esir değişimi yerlerinden birisi olarak tespit edilen Trabzon’a kafileler halinde askerlerimiz gelmiş, bunların iaşesi Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından sağlanmıştır.
1921 Aralık ayında Ankara hükümetine Bolşevik desteği somut olarak artmış, Kırım orduları başkomutanı Mihail Frunze Türk – Ukrayna dostluk antlaşmasını imzalamak amacıyla Trabzon’a gelmiş, gösterişli törenlerle ve dostça karşılanmıştır. Hemen akabinde 1922 yılının Ocak ayında Rus Şuralar Hükümetinin elçisi S.İ. Aralof 30 kişilik maiyetiyle Trabzon’a gelmiş, o da halk ve bürokratlar tarafından dostluk gösterileriyle karşılanmış, kentin ileri gelenleriyle görüştükten sonra Ankara’ya gitmek üzere yola çıkmıştır.
1923 Mübadelesi ile Yunanistan’a gönderilen Rum göçmenlerin yerine getirilen Müslümanların büyük çoğunluğu Marmara bölgesine kısmen Samsun iline, 77 aileden oluşan küçük bir bölümü ise Akçaabat ile Trabzon Merkez kazanın Çömlekçi semtine yerleştirilmiştir.
Trabzonlular Millî Mücadelede (İstiklâl Harbi) büyük hizmetler verdiler. Cumhuriyetin ilanından sonra Trabzon kendi adını taşıyan ilin merkezi oldu.