Sinop
SİNOP TARİHİ
Antikçağ'da Sinop
Antikçağ’da Paphlagonia olarak adlandırılan bölgenin kuzey ucunda Sinop'un saptanabilen en eski adı "Sinope" dir. Bu kelimedeki "Sin" kökü ile Asur-Anadolu ilişkisi, Sinope ile de Yunan ırmak tanrısı Asopos’un su perisi kızlarından Sinope kastedilmiştir ki bu da ismin kökenini İyonya’nın bölgedeki kolonizasyonuna bağlamaktadır.
Bir başka fikir de Amazon Kraliçesi Sinova’dır ki bu mitin de nereden geldiği belli değildir. Yalnız bu kavmin Anadolulu olduğu inancı vardır. Grek etimolojisine yabancı olan Sin ya da Sind sözcüklerine Yunanistan'ın dışında, Pontus, Doğu Anadolu, İran ve Hindistan’da rastlanmaktadır. Bu da Sinope adının yerli Anadolu dillerinden gelmiş olabileceğini göstermektedir. Strabon ise kentin kurucusu olarak Arganotlar'dan Teselya'lı Otolikos 'u göstermekte ve onun kenti ele geçirerek bir Yunan kolonisi kurduğunu yazmaktadır. Kentin ele geçirilmesi, kolonileştirmeden önce kentte yerli bir halkın yaşadığını ortaya koymaktadır.
Sinop'un tarih öncesi hakkında ilk bilgiler, 1951-1954 yılları arasında yürütülen kazılarda ele geçen arkeolojik malzemelere dayanmaktadır. 1980’li yılların sonuna kadar Sinop’un tarih öncesi denildiğinde akla gelen ilk Tunç Çağdan malzeme veren Demirciköy Kocagözhöyük olup bununla sınırlı kalmaktaydı. Ancak Müze Müdürlüğü’nün 1987 yılında başlattığı ve 1988 – 1989 ve 1990 yıllarında da devam eden yüzey araştırmaları Sinop’un tarih öncesi bilinmeyen yönlerini önemli ölçüde aydınlatmıştır. Anadolu’nun en kuzey noktası olarak bilinen İnce Burun’daki fenerin batı kesimlerinde kıyını hemen yamaçlarında ele geçen, kesici, yan kazıyıcı, omurgalı kazıyıcı ve yonga parçaları diye adlandırılan taş aletler Üst Paleolitik Çağa (M.Ö. 30.000 – 10.000) tarihlenmektedir. Müze Müdürlüğünce yürütülen yüzey araştırmasında 44 adet höyük tespit edilmiştir.
Bu höyüklerde ele geçen malzeme incelendiğinde, özellikle sahil şeridine yakın nehir ağızlarında ve nehir vadileri boyunca Kalkolitik Çağ’dan (M.Ö. 5.500 – 3200) itibaren yerleşildiğini ve Tunç Çağı boyunca (M.Ö. 3200 – 1200) yoğun iskâna tabi oldukları görülmektedir.
Sinop Bölgesi yüzey araştırmasında ele geçen buluntular genel olarak Erken Kalkolitik Çağ’dan Geç Frig Dönemine kadar tarihlendirilmektedir. Ancak yüzey buluntularına göre tam bir tarihi süreklilik sağlanamamaktadır. En büyük boşluk Orta Tunç Çağı ile Geç Frig Çağı arasındadır. Araştırma öncesine kadar bilinmeyen Orta Tunç dönemine ait buluntular Gerze Köşk Höyük, Tıngıroğlu Höyük, Emiryayla Maltepe Höyük, Sarımsak Maltepe Höyük, Yaykın Karakumru Tepe’de ele geçmiştir. Ancak bölgede Hitit İmparatorluk Çağı’na ait tarihlendirilebilecek hiçbir buluntuya rastlanamamıştır. Samsun sahil bölgesinde de Hitit İmparatorluk dönemi malzemesine rastlanamamıştır.
Yapılan yüzey araştırması, bölgede M.Ö. XVIII. yüzyıl ile M.Ö. VIII. yüzyıl arasında yerleşim izine rastlanmadığını bu dönemin Sinop için karanlık bir dönem olduğunu ortaya koymuştur. Hitit metinlerinde adı geçen GAŞKA kavimlerinin bölgede yaşayıp yaşamadıklarını gösteren arkeolojik bir bölge henüz saptanabilmiş değildir. Araştırmanın ortaya koyduğu bir gerçekte Sinop’da İlk Tunç yerleşimlerinin büyük bir yangın sonucunda terkedildiği ve bu dönemden itibaren M.Ö. 8. yüzyıla kadar karanlık bir dönemin başladığıdır.
M.Ö. VIII. yüzyılda bölge Miletos başta olmak üzere İonia’lıların kolonizasyonuna sahne olmuştur. Bu kolonizasyonun sadece Ege dünyasında artan nüfusu dağıtıp toprak kazanmak olmadığını öncelikle ticari ve ekonomik köşe başlarının elde tutulmasının hedeflendiği anlaşılır. Özellikle Sinop’taki İon kolonizasyonu, Fırat Vadisi ve Mezopotamya’ya giden tarihsel yolların başlangıç noktasını tutmak için yapılmıştır. Söz konusu kolonizasyon için ileri sürülen iki ayrı başlangıç tarihinin aydınlatılması da ayrı bir problemdir. Bunlar M.Ö. 756 ve 636 yıllarıdır. Bu iki tarih arasında çapı belirsiz kalan bir Kimmer istilası vardır. M.Ö. 756’da Trapezus, Kerasus ve Kotyora gibi kolonilerin Sinop’a bağlı olarak kuruldukları düşünülürse, bu tarihten önce Sinop’ta bir İon kolonizasyonunun açıkça başladığını kabul etmek gerekir.
Sinop ve civarına yayılan bu Lidya – Kimmer hâkimiyetinden sonra Sinop için kesinleşen en önemli olay, M.Ö. 630 yıllarında yapılan ikinci kolonizasyondur. M.Ö. 630 tarihi ile Lidya devletinin Pers kralı Kyrus tarafından M.Ö. 546’da yıkılmasına kadar süren dönem Sinop için yine karanlık kalmaktadır. Perslerin kıyı şehirlerini nasıl idare ettikleri kesin olarak bilinmese de otonom yapılarını korudukları sanılan bu şehirler, Perslerin atadıkları Tiranlar sayesinde imparatorluğa vergi ödüyor olmalılar. İmparator I.Darieios’un örgütlenme sistemine göre Sinop bu dönemde Kapadokya satraplığı sınırları içinde daha sonraki bir düzenleme ile de Pontus Kapadokyası denilen Kuzey Kapadokya sınırları içinde sayıldı. V. yüzyıl içlerinde Persler ve güçlü Perikles Atina'sı arasında çekişme konusu olan kıyı kolonileri ile birlikte Sinop’ta sonunda Perikles yönetimine bağlandı. Bu dönemde parlak ve sikke çeşitliliğinden demokratik bir Grek yönetimine kavuştuğu anlaşılan kent, bu durumunu Euxene’nin Grek şehirlerini Perslere bırakan Antalcidas anlaşmasına kadar korumuştur.
M.Ö. 350 yılından sonra Kapadokya satrabı olarak tüm Anadolu’yu Persler’den koparmak isteyen ve bir Kapadokya krallığı yaratmayı amaçlayan Datames, Sinop üzerine de yürümüştür.
Makedonya kralı İskender’in Persleri M.Ö. 334 ve 332’de yenmesinden sonra özgürlüğünü kazanacağını uman Sinope, İskender’in bürokrasisinin sert yönetimi altında ezilmiş ve Pers sarayına elçi heyeti göndermiştir. Ancak karşılarına Daarieios yerine İskender çıkmıştır. 5. Teminata bağlı ve güç elde edilen bir serbestlikten sonra Sinope Diadok’ların idaresinde demokratik yapısını sürdürmüştür. Bu dönemde Eumenes’in denetimine giren ve bir otorite boşluğuna düşen yöre, Perslerin eski Kiostiranın torunu Mithridates’in başlattığı Pontus Krallığı döneminde başlı başına bir parlak çağın merkezi oldu.
Hellenleşmiş bir Pers kültürü karakterini taşıyan Pontus krallığının geleneği Anadolu hegemonyasını güçlenen Roma karşısında kendine bağlamak amacını taşıyordu.
M.Ö. 302 yılında Mitridat Ktistes Paflagonya’da dağınık haldeki kolonileri bir araya getirerek kuvvetli bir devlet kurmuştur. Daha sonra II. Mitridat ve onun oğlu Farnak Sinop’a hâkim olmuştur. M.Ö. 169 yılında devletin başına Mitridat Flapeton geçmiştir. Mitridat Flapeton Sinop’u bayındır hale getirmiştir, başkentini Amasya’dan Sinop’a getirmiştir.
Tarihe Mithridates Eupator olarak geçen ve "Büyük" ünvanıyla anılan Pontus krallığının son yöneticisi, döneminde başkent Sinope, tarihte en yüksek ve ihtişamlı çağını yaşamıştır. Sinope’de doğan ve şehrin çifte limanını genişleten, surlarla çeviren, stao, agora, gymnasium ve muhteşem bir sarayla şehri donatan Mithridates’in kişiliği, Sinop ve Anadolu Hellenizminin bir sembolü olmuştur. Bütün Karadeniz’i hakimiyeti altına alan Mitridat, Romalıları da Anadolu’dan atarak büyük bir imparatorluk kurmuş, ancak başkenti Sinop’tan Bergama’ya taşımıştır.
Roma ve Bizans Dönemi
Pontus hâkimiyetinin Roma egemenliği tarafından yıkılmasından sonra Romalı kumandan Pompeius’tan itibaren Bithinia ve Pontus eyaletine bağlanan Sinope – Lex Pompeia da belirtildiği gibi birçok eşitlikler kazandı. Bu dönemde kentin ayrı bir tarihinden bahsedilemez. Sinop artık Roma tarihinin içinde anılır. Roma İmparatoru Trajan döneminde Bithinia ve Pontus eyaletinin Senatodan alınıp İmparatorun yetki alanına bağlanması, Sinop’un sosyal gelişimine yeni ufuklar açmış ve şehre aynı imparatorun ismiyle anılan bir su kemeri yapılmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İdaresine geçmiştir.
Bizans devri konusunda Sinop için bilgiler yok denecek kadar azdır. Genç Pliny'nin Trajan'a yazdığı bir mektuptan Sinop'ta çok sayıda Hıristiyan'ın yaşadığı anlaşılmaktadır. İdari olarak Armeniakon ve Pontus themalarında dinsel olarak da Hellenpotos metropolitliğine bağlı olarak gösterilen Sinop'ta günümüzde harabeleri bulunan Balatlar Manastır Kilisesi'nin VI. Yüzyılda yapıldığı sanılır. Bizans devrinde gittikçe askeri bir yapı kazanan Sinop'un kale içine çekildiği ve tarih boyunca gelişmiş bulunan ticaret ve kültürünün dinsel bazı olaylar nedeniyle gerilediği sanılmaktadır. Justinianos zamanında Sinop'un kaleler, suyolları, köprüler ve kiliselerle geliştirildiği fakat kısa süre sonra ortaya çıkan Arap istilalarının bu gelişmeyi durdurduğu anlaşılır.
İkonoklasm devrinde Sinop'un dinsel ve sivil yapılarının tahrip edildiği, Karadeniz'de gelen Varegler'in Sinop'u yıktıkları da bilinir.
İstanbul'un Latinler istila edilmesinden sonra I. Andronikos'un torunları büyük Komnenoslu Aleksios ve David idaresinde Karadeniz'in güneydoğu kıyısında Trabzon Rum Devleti kurulmuştu. Buradan David, sahil boyunca ilerleyerek Sinop'u işgal etti ve sonunda Paplagonya ve Karadeniz Ereğlisi'ni de hâkimiyeti altına aldı. Bizans ağırlık merkezinin bu dönemde Anadolu'ya kayması eski Bizans – Selçuklu çekişmesini keskinleştirmişti. Bu durum Selçukluların Karadeniz’de bir limana sahip olmalarına engel oluyordu.
Sinop'un Fethi ve Selçuklular Dönemi
Türklerin Anadolu'ya girdikten sonra ilgilendikleri yerler arasında Paflagonya ve Sinop civarı da vardır. 1085 yılında Süleymanşah'ın komutanlarından Karatekin'in Sinop'u Bizanslılardan aldığından bahsedilir. Ertesi yıl Bizanslılar, Sinop’u kurtarmak için Konstantin Dalassenos komutasında bir donanma gönderdiler. Bu sırada İzmir Bey’i Çaka’nın Bizans topraklarına karşı giriştiği saldırılar sırasında Bizanslı komutan Nikephoros’un yenilgiye uğraması Bizanslıları zor durumda bıraktığından Konstantin Dalassenos’u geri çağırdılar. Bizanslıların Sinop’a tekrar sahip çıkmaları Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki siyasi çekişmeler yüzünden olmuştur.
1176 Miryokephalon zaferinden sonra Türklerin Bizanslıları Anadolu’nun büyük bir kısmından atabildikleri anlaşılmaktadır. İbn-î Bibi’deki kayıtlardan anlaşıldığına göre Paflagonya bölgesinin fatihleri, başarılarına karşılık olarak Selçuklu Sultanları tarafından ikta olarak verilen Kastamonu yöresinin sahipleri ve Bizanslılara karşı yürütülen mücadelenin lideri olan Çoban ailesidir. Güçlü bir yönetimle Selçukluların sonuna kadar Kastamonu ve civarını elinde tutan bu aile ile Sinop’un birkaç kez Türkler tarafından fethedilmesi arasında ilişkiler vardır.
Sinop’un Bizans yönetiminde bulunduğu sıralarda Kırım’a gitmek isteyen Selçuklu tacirleri burada gemiye binmek suretiyle Sinop Limanı’ndan faydalanıyorlardı. IV. Haçlı Seferi sırasında Haçlılar, 1204 de İstanbul’u ele geçirip bir Latin Devleti kurunca İmparatorun damadı Theodoros Lascaris'in kurduğu İznik Bizans Devleti ve yine Komnenos hanedanından Aleksios ve David Komnenos kardeşlerin Trabzon’da kurdukları Trabzon Rum Devleti oluştu. Bu üçe bölünmüş Bizans mirası karşısında Anadolu’yu Selçuklu Devleti ikinci planda bir kara devleti haline geliyordu. Oysa Anadolu Selçuklularının Kırım ticaretini geliştirebilmeleri ve Karadeniz’de Hıristiyan güçlerine karşı koyabilmeleri için Sinop gibi ticari ve askeri bir limana ihtiyaçları vardı. Bu sırada David Komnenos, kıyı şeridi boyunca ilerleyerek Sinop ve Ereğli’yi aldı. İznik devleti ile çatışmaya girdi. Bu durumda Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile anlaşan Laskarisler, David Komnenos’u geri çekilmeye zorladılar. Fakat kendi güvenliklerini düşünen Selçuklular, Karadeniz’de üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmak isteyince gözlerini ilk olarak Sinop’a diktiler. Kardeşiyle olan taht kavgasını halleden I. İzzeddin Keykavus, o sırada Trabzon Rum İmparatoru I. Aleksios Komnenos’un Canik tekfuru Kir Aleksi tarafından idare edilen ve yöre halkına çeşitli zulüm ve yağmalar yapan bu valinin idaresindeki Sinop’a yürüdü.
Şehrin zaptının zor olduğu bilindiğinden muhasaraya ve ablukaya karar verildi ve sultan, vilayet beylerini savaşa çağırdı. Olaydan habersiz olan Kir Aleksi bu sırada Sinop dışında avlanıyordu. Ordudan çıkarılan bir müfrezenin Kir Aleksi’yi yakalayıp sultanın önüne çıkartması olayları hızla geliştirdi.
Kalenin önüne getirilen tekfura karşılık şehrin teslim edilmeyeceğini söyleyen Sinop’luların daha sonra fikirlerini değiştirerek şehri kansız olarak Selçuklulara bırakmaları bir sürpriz olmuştur. Bu olaydan sonra yapılan anlaşmayla Aleksi yıllık vergiye bağlandı ve adamlarıyla birlikte Canik’e gönderildi. Şehirde kalmak isteyenler serbest bırakıldı. Şehir tekrar düzenlendi, Kiliseler Camiye çevrildi. Bir medrese yapıldı, kale tamir edildi, tapu defterleri düzenlendi. Şehre Çepni oymaklarından boylar yerleştirildi. Sultan sefere katılan beylerden Simre Valisi Bedrüddin Ebu Bekir’i Sinop Valisi ve komutanı olarak bıraktıktan sonra Sivas’a döndü. İbn-î Said el Magribi, Sinop Limanı’nda Konya Sultanına ait donanmanın bulunduğunu, çam ormanlarıyla kaplı Kastamonu ve Amasya dağlarından kesilen kerestenin suyolu ile Sinop Darüs Sına’sında (tersane) gemi inşası için nakledildiğini belirtir. Kısa sürede oluşturulan bu donanma ile fethin ardından Soğdak seferi yapılır. Soğdak ve civarına Ruslar egemen olmuşlardı. Ruslar bu bölgede Selçuklu korumasını kabul etmişlerdi. Soğdak’a bir Türk Garnizonu yerleştirilerek camii yapıldı. Sinop'tan yapılan bu sefer Sinop'un üs olarak o dönemdeki gücünü gösterir.
Beylikler Dönemi:
Pervaneoğulları Beyliği:
1276’da Anadolu’daki büyük bir ayaklanma sonucunda ortaya çıkan kargaşa ortamından yararlanan Trabzon Rum İmparatorluğu kıyıdan Sinop üzerine saldırmış, Selçuklu komutanı Tayboğa ile Çepni Türkleri tarafından bozguna uğratılmışlardır. Memluk Sultanı Baybars’ın 1277 Anadolu seferinden sonra Muinüddin Pervane’nin idam edilmesi sonrasında, Pervane’nin oğlu Muinüddin Mehmed babasının özel mülk haline getirmiş olduğu Sinop ve çevresinde XIII. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığını ilan ederek Pervaneoğulları Beyliğini kurmuştur
Mehmed Bey’in ölümünden sonra ise yerine geçen kardeşinin oğlu Mühezzibüddin Mesud, önemli bir liman ve ticaret merkezi olan Sinop’a kurulan Ceneviz kolonisi tarafından Kefe’ye kaçırılmış ve yüksek bir kurtuluş parası ödeyip Sinop’a döndükten sonrada vefat etmiş, yerine oğlu Gazi Çelebi geçmiştir.
Denizcilik faaliyetleri üzerinde duran Gazi Çelebi Kırım’daki Cenevizliler ve Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine başarılı seferler düzenlemiştir. Son yıllarında Kastamonu Hükümdarı Candaroğlu Süleyman Paşa’nın hâkimiyetini tanımış ve 1322’de vefat ettiğinde, yerine oğlu olmadığından bir süre için kızı geçmiş bu nedenle Sinop’a bu dönemde “hatun ili/eli” denilmiştir Daha sonra doğrudan Candaroğulları Beyliğine katılan kentin valiliğine, Süleyman Paşanın oğlu İbrahim Bey tayin olmuştur,
Candaroğulları Beyliği:
Candaroğulları Beyliğinin temeli, Çobanoğulları Beyliğine katılan ve Moğol hâkimiyeti ile Selçuklu idaresine karşı gelen II. İzzeddin Keykavus’un oğlu Kılıç Arslan ile Moğol hâkimiyetini kabul ederek Selçuklu sultanı tayin edilen II. Mesud arasında çıkan savaşa gönderilen Selçuklu Devleti komutanlarından Şemsüddin Yaman Candar’a gösterdiği başarıdan dolayı ikta olarak verilmesi ile atılmıştır.
Çobanoğullarından Kastamonu, Norlu Kalesi ve Safranbolu gibi yerleri de alan Yaman Candar’dan sonra yerini Süleyman Paşa almıştır. Kuzey Anadolu’da nüfuzu artan Süleyman Paşa, beyliğin kuruluş safhasını tamamlamak ve genişleme siyasetine uygun olarak ticari ve stratejik özellikleri açısından Sinop’u, Pervaneoğullarından Gazi Çelebi zamanında kendi hâkimiyetine almış, Gazi Çelebi’nin ölümünden sonra ise burayı fethederek batı ticaretinin serbest pazarı ve çevre bölgelerin çeşitli mallarını batıya ve kuzeye doğru akıtan bir ticaret merkezi olan Sinop’un idaresini büyük oğlu Gıyasüddin İbrahim Beye vermiştir.
Askeri ve iktisadi bakımdan beyliğe büyük gelişme imkânı sağlayan Sinop’un fethi beyliğin en büyük başarısı olmuştur ki bu fetihten sonra Karadeniz ticaretini ellerinde bulunduran Cenevizlilerle temasa geçilmiştir. Venediklilerin Sinop’ta ki ticaret kolonisinin ilk faaliyetleri Adil Bey döneminde başlamıştır. Adil Bey’den sonra yerine Osmanlı tarihine “Kötürüm” lakabı ile geçen oğlu Celalüddin Beyazid geçmiş ve ilk olarak bu dönemde Osmanlı hanedanıyla dostluk ilişkileri kurulmuş ancak bu ilişki uzun sürmemiştir. Beylikte Beyazid’in oğulları arasında başlayan aile kavgası ve bunun doğurduğu sarsıntı Osmanlı müdahalesine yol açmış ve beylik bundan sonra Osmanlı iradesine bağlı olma durumuna gelmiştir.
Celalüddin Beyazid memleketin idaresini oğlu İskender Bey’e vermek istemiş ancak büyük oğlu Süleyman Şah, İskender Bey’i öldürtmüş, Osmanlılara sığınarak Sultan Murad Hüdevendigar’dan beyliği elde etmek için yardım istemiştir. Süleyman Paşa Osmanlı kuvvetleri ile Kastamonu’ya gelmiş ve Bayezid’i Sinop’a kaçırdıktan sonra Kastamonu’da hükümdarlığını ilan etmiştir. Böylece beylik Kastamonu ve Sinop kolu olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Beyazid Bey’in vefatından sonra ise oğlu İsfendiyar Bey beyliğin başına geçmiştir. İsfendiyar Bey’in hükümdarlığı yarım asırdan fazla sürdüğünden Candar ailesi Osmanlı tarih kaynaklarına İsfendiyaroğulları olarak geçmiştir.
1392’de Candaroğlu İsfendiyar Bey, Kastamonu’nun Yıldırım Beyazid tarafından alınmasından sonra Sinop’u tehdit eden Osmanlı kuvvetleri karşısında padişaha gönderdiği elçi ile bundan böyle Osmanlı tabiiliğini tanıyacağını belirtmiş, babasının kardeşinin ve bizzat kendi işlediği suçların affını ve Sinop’un kendisine bırakılmasını istemiştir. İsfendiyar Beyin isteğinin kabulü ile Osmanlı Devleti ile Candaroğulları Beyliğinin Sinop kolu arasında münasebetler düzelmiş ve Candaroğulları Beyliği Sinop kolu halinde devam etmiştir.
Candaroğulları Beyliği hükümdarlığı altındaki kentler ilmi, sosyal kurumlarla imar edilmiştir. İktisadi olarak iyi durumda olan beylik önemli bir ticaret limanı olan Sinop yoluyla Anadolu ve kendi mallarını Cenevizliler vasıtasıyla ihraç ettikleri gibi Sinop’ta antrepoları bulunan Cenevizlilerin getirdiklerini içeriye alıyorlardı. Sinop limanında tersanesi ve donanması olduğu bilinmekte ise de faaliyetinin ve miktarının ne olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır.
Osmanlı Devleti Dönemi:
Osmanlılar, Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu dışındaki bütün Anadolu kentlerini ve önemli ticaret merkezi olan İstanbul’u aldıktan sonra siyasi ve iktisadi yönden önemli olan Karadeniz kıyı bölgesine de hâkim olmak istemişlerdir. Candaroğullarına 1391’da yapılan uzun bir kara saldırısını 1392 yılında Sinop’a denizden yapılan saldırı izlemişse de, ikisinin neticesi de kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Candaroğulları topraklarındaki önemli bir liman olan Sinop, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Sinop’un alınması ile kentteki tersane de Osmanlı İmparatorluğuna geçmiş ve burası Gelibolu ile birlikte devletin başlıca deniz üssü haline getirilmiştir.
Osmanlı idari mekanizması içinde yer alan Sinop, Anadolu Eyaletinin Kastamonu sancağına bağlanmış, Osmanlı şehzadesi bey olarak atanmıştır. Kırım’a doğru yapılan seferlerde üs olarak kullanılmış, Karadeniz’deki donanma için kışlak hizmetini görmüştür.
Fatih Sultan Mehmet Sinop halkını avarız vergisinden muaf tutmuş ve Sinop kalesini beklemekle görevlendirmiştir. XVI. yüzyıl boyunca kentin vergiden muaf tutulmasının tüm sultanlar tarafından onaylanması kentin bu dönemde hızla gelişmesini sağlamıştır. Sinop’un nüfusuna paralel olarak liman ticareti de aynı oranda artarken, 1530 yılına gelindiğinde Sinop iskelesinin gümrük gelirleri 17 bin akçeyi bulmuştur.
Sinop, 15. ve 16. yüzyıllarda kaza merkezi olarak Kastamonu Sancağı’na bağlanmış olup, 17. yüzyılda ise bölünerek saray, Sahil, Akkaya ve Gerze kazaları ortaya çıkmıştır. Küçük bir kaza olmasına rağmen tersanenin varlığı kentin önemini arttırmış olup, 14 Temmuz 1602 tarihli bir belgeye göre, Sinop ve Sahil kazalarının kadılığına talip olan 2 kişi Sinop’ta inşa edilen 12 parça kadırganın 8’inin masraflarını ödemeleri şartıyla atanmışlardır.
Osmanlı donanmasına gemi inşa edilen önemli bir tersane olduğu ve gemilerin inşasından tersane emini dışında Kadı’da sorumlu tutulduğundan işlerin sorunsuz yürümesi için yüksek payeli kadılar kentte görev yapmıştır. Bu dönemde “İnce Donanma” adı verilen Tuna Donanması da Osmanlı Donanmasının önemli deniz üslerinden biri olan Sinop’ta kışı geçirmek için demir atmakta ve cephane ikmali yapmaktaydı.
Osmanlı yönetimi altında bir süre barış içinde yaşayan kent, komşu yerleşimler gibi Celali ve Suhte ayaklanmalarının halkın can ve mal güvenliğini tehdit etmesi sebebiyle sıkıntılı günler geçirmiştir. Zamanın Kastamonu Sancak Beyi Süleyman Bey, suhtelerin Sinop, Boyabat ve Durağan kadılarından zorla haraç istediğini İstanbul’a gönderdiği bir şikâyet mektubunda belirtmiştir. 1567’de Bolu’dan Sinop’a kaçan iki suhte topluluğu üzerine Bursa Sancak Beyi tarafından 200 Sipahi gönderilmişse de sipahilerle çatışmaktan kaçınmamışlardır. Bölgedeki Osmanlı otoritesinin Boyabatlı Söylemez ve Kara Hüseyin adlı suhtenin Sinop kadısının bile yolunu kesip bir adamını öldürmeye cüret edecek derecede zayıflaması üzerine kentin zengin ahalisi başka yerlere göç etmek zorunda kalmıştır. 1568’de Kefe’den gelen kürk ve yağ dolu bir yük gemisi fırtına sebebiyle kayalara bindirince içindeki mallar halk tarafından yağmalanmış, devlet yağmacıları cezalandırmak için bir kurul gönderdiyse de suhteler kurulun işini yapmasını engellemiş hatta yağmacıların serbest kalmasını sağlamışlardır. Bu dönemde devlet memurları da rüşvet veya tehdit sonucu suhtelerle işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. Sinop’u haraca kesen Mehmed ve İbrahim adlı suhtelerin yakalanıp Sinop Kalesine hapsedilmelerinden sonra da hisar erlerinden Hızır Bali tarafından gece gizlice serbest bırakılmaları da otorite yokluğuna ibret verici bir örnektir. Devlet, Amasya ve Canik Sancakbeylerine Sinop’u haraca kesen suhtelerin yakalanması için emir verse de kışın ulaşılması güç yerlerde saklanıp, baharda yağmaya başlayan çeteleri yok etmek mümkün olmamış bilakis 1601’de Celali Yularkastı Sinop’u haraca bağlamıştır.
1614 yılı Ağustos ayında Zaparog / Don Kazakları Sinop’u yağmalamış, kaleyi ele geçirerek yakmış, çok sayıda kadın ve çocuğu esir alıp geri çekilmişlerse de Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa peşlerinden giderek ani bir baskınla Kazak yağmacıları bozguna uğratmıştır. İbrahim Paşa Don Nehri’nin Azak Denizi’ne döküldüğü yerde Kazakları beklemişse de Kazaklar tuzağı fark ederek şayka adını verdikleri kayıklarını başka bir noktada karaya çıkarıp, kızaklara yükleyerek yurtlarına dönmek istemiş ancak kaçarken Tatar akıncılara yakalanmışlardır. Ganimetlerini bırakıp kaçan Kazakların bir bölümünü de İbrahim Paşa kılıçtan geçirdikten sonra 20 kadarı İstanbul’a getirilip asılmıştır. Kazak saldırıları İstanbul’da şaşkınlıkla karşılanırken meseleyi örtbas etmeye çalışan Veziriazam Nasuk Paşa idam edilmiş, Kazakların İstanbul yakınlarına dek ulaşması ordunun Hotin Kalesi’ne sefer düzenleme kararı almasına ve Sinop Kalesi dâhil Karadeniz kıyılarında güvenlik önlemlerinin arttırılmasına yol açmıştır. Tüm önlemlere karşın 3 Mart 1615 tarihli bir kayda göre Sinop muhafızlarının Karasu Pazar’ına gitmesini fırsat bilen Kazaklar Sinop’u yeniden basıp yağmalayınca Karasu Pazar’ının kaldırılarak eskisi gibi yeniden Sinop’ta kurulması emredilmiştir. 1616 yılında yeniden Sinop’a gelen Kazaklar bu sefer Sinop Kalesi’ni ele geçirememişlerse de sahil köylerini yağmalayıp kaçmışlardır. Hotin seferi sırasında bile Osmanlı Donanması’nın zayıflık göstermesi bir yana, Osmanlı Başkentindeki siyasi karışıklıklar, Kırım Tatarlarının Kazaklarla işbirliği yapması ve Karadeniz kalelerinde yeterli sayıda top ve cephane bulunmaması gibi sebepler yüzünden Kazak korsanlar Karadeniz kıyılarını yağmalamaya devam etmiştir. Sinop’a son kazak saldırısı 1638’de IV.Murat’ın Revan seferi sırasında meydana gelmişse de saldırganlar donanmanın anında müdahalesi sonucu kaçmak zorunda kalmıştır.
Sinop, XVIII. yüzyıl ortalarında bir denizcilik merkezi konumunda iken, çevresindeki ormanlardan dolayı tersanesi de faal durumda bulunmaktadır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında zayıflamaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu, istemediği ve hazır olmadığı halde Rusların Eflak ve Boğdan’a saldırması sonucunda 1853 tarihinde Ruslara karşı savaş ilan etmiştir. Karadeniz sahillerini emniyet altına almak için kurulan filo, fırtına nedeni ile Sinop limanına demirlemiş ve burada bulunan Osmanlı filosu Rusların baskınına uğramıştır. Taarruz üç saat kadar sürmüş, donanma Ruslar tarafından tahrip edilmiş, savaş sırasında Sinop şehri de Rusların top ateşinden zarar görmüştür. Sinop baskını nedeniyle gerçekleşen Kırım Savaşı sonrasında Sinop sancağına Kafkaslardan muhacirler gelmiştir. Savaştan sonra imzalanan Paris Antlaşmasına göre Karadeniz tarafsız bölge haline getirilmiş, burada Rusya’nın ve Osmanlının ne tersane ne de donanma bulundurmayacağı kararı alınmışsa da bu anlaşma daha sonra değiştirilmiş ve Sinop’ta ufak çapta da olsa tersane faaliyeti devam etmiştir. Baskından ve savaştan sonra Sinop, askeri bir tersane şehri olmaktan çıkmış, II. Abdülhamit döneminde kalebent edilen (kalede hapis cezası çeken) suçluların konulduğu iç kaledeki hapishanesi ile ünlenmiştir.
Sinop, 19. yüzyılda itibaren ticari önemi Samsun ve Trabzon’a bırakmaya başlamıştır. Bu durumun en önemli nedeni Antik Çağ’dan itibaren kullanılan ticaret güzergâhlarının ve ticaret yapılan ülkelerin değişmesidir ki bu dönemden sonra Samsun, İç Anadolu ticaretinin, Trabzon ise İran ve Kuzeydoğu Anadolu ticaretinin çıkış kapısı olarak kullanılmıştır.
Sinop 1831 sayımında Anadolu Eyaleti, 1846’da ise Kastamonu Vilayeti’ne bağlı iken Tanzimat sonrasında Sinop’u müstakil bir liva haline getirilmiştir.
30 Kasım 1853 günü Rusya’nın Karadeniz filosu komutanı Amiral Pavel Stepanoviç Nahimov maiyetindeki ağır harp gemileri ile birlikte, havanın sisli olmasından yararlanarak, fırtına yüzünden Sinop limanına sığınan Patrona Osman ile Riyale Hüseyin Paşaların komutasındaki hafif yelkenlilerden oluşan filoya imha baskını düzenlemiştir. Çıkan çatışmada 11 Türk gemisi batarken 2.989 gemiciden 2.031’i şehit olmuştur. Ayrıca liman ve civarıda bombalandığı için sivillerden de 34 kişi ölmüş, 230 kişi yaralanmıştır.
Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi
Ülkemizin dört bir taraftan işgali ve azınlıkların zararlı çalışmalarından Sinop da nasibini almıştır. Samsun merkezi ayrılıkçı Rum Müdafaa-i Meşrufa Cemiyeti’nin Sinop’ta bir şubesi vardı. Bağımsız bir Rum Pontus Devleti kurmayı amaçlayan ayrılıkçı çeteler, zaman zaman Sinop yörelerine de sarkıyor, Müslüman köyleri basıyor halkı yıldırmaya çalışıyordu. Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne ve Anadolu’da Milli Mücadeleyi başlatma görevine atanan Mustafa Kemal, 18 Mayıs 1919 günü Sinop Limanı'na uğramış, Sinop Askerlik Şubesi Başkanı’nı gemiye çağırıp, gerekli emirleri vermiş ve kara yolunun uygun olmadığını öğrenip, hiç gemiden inmeden, Samsun’a hareket etmiştir.
Eylül 1919’da şehirdeki küçük İngiliz birliği, Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey’i tutuklamak ve Hükümet Konağı’na İngiliz Bayrağı asmak istemişlerse de, halkın sert tepkisi üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır.
Sinop ve yöresindeki Milli Cemiyetler’in (Müdafaa-i Hukuk) örgütlenmesi Mazhar Tevfik Bey’in yeniden güç kazanmasından sonra hızla gelişti. Sivas Kongresi’nde alınan karar uygulanınca, Sinop ve nahiyelerinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin birçok şubesi açıldı. Meclis-i Mebusan’da da Sinop’u Rıza Nur Bey ve Miralay Zeki Bey temsil etmişlerdir.
Sinop İstiklal Savaşı’na da bütün gücüyle katılmıştır. Sinop sancağının Ayancık – Boyabat ve merkez ilçeleri İstiklal Harbinde en çok şehit veren bölgelerden kabul edilir ve bu yüzden askeri belgelerde bu savaş takdirle anılır.
23 Nisan 1920’de toplanan birinci dönem T.B.M.M.’ne Sinop adına şu Milletvekilleri seçilmiştir:
Şerif (Arkan) Bey,
Abdullah (Karabina) Bey,
Hakkı Hami (Ulukan) Bey,
Rıza Namık (Uras) Bey,
Şevket (Peker) Bey,
İstanbul Meclis-i Mebusanı'nda Sinop Mebusu olan Rıza Nur Bey'de, Meclis-i Mebusan'ın kapatılmasından sonra Ankara'ya gelerek Büyük Millet Meclisi'nin çalışmalarına katıldı.
Meclisin ilk geçici başkanlığını da en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey yürütmüştür.
Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan idari düzenlemede sancakların kaldırılması ile il oldu. Sinop, Cumhuriyet çağında da bir gelişme göstermiştir. Sinop ili, dar alan, az nüfusu, tabiat, turistik ve tarihi zenginlikleri ile değerini korumaktadır.
Merkez, Ayancık ve Boyabat ilçelerine, 1920'de Gerze, 1955'te Durağan, 1957'de Türkeli, 1961'de Erfelek ve yakın geçmişte de Saraydüzü ve Dikmen eklenerek ilçe sayısı 9'a çıkmıştır. (Merkezle birlikte)
Cumhuriyet dönemi Sinop tarihinin en önemli olaylarından biri de Mustafa Kemal Atatürk'ün 15 Eylül 1928'de şehre gelmeleri ve harf inkılabıyla ilgili ilk işareti ve dersi burada vermeleridir.
Sinop Adının Kökeni:
Antik çağda Paphlagonia olarak adı geçen bölgenin kuzey ucunda MÖ 7. yüzyılda Miletoslular tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulan Sinop’un bilinen en eski adı Sinope’dir. Kaynaklarda, kentin bu ismini kurucuları olduğu rivayet edilen Sinope adlı bir amazondan veya mitolojide Irmak Tanrısı Asopos’un su perisi kızı olarak anlatılan Sinope’den aldığı belirtilmektedir.
Arkaik, Klasik ve Helenistik dönemlere ait kent sikkelerinde geçen ΣΙΝΩ (SİNO) kelimesi, ΣΙΝΩΓΕΩΝ (SİNOPEON) ya da ΣΙΝΩΓΗΣ (SİNOPHE) kelimelerinin kısaltması olarak kabul edilir. Tüm bu dönemler içinde yoğunluklu olarak Sinope’nin başının çeşitli şekillerde bu sikkelerde yer alması, isim kökeninin mitolojideki Asapos’un kızı Sinope’ye dayandığını doğrular niteliktedir.
Hitit kaynaklarında “Sinuwa/Sinuua” adıyla bahsedilen Sinop’ta yapılan kazılarda Hitit Dönemi buluntularının elde edilememiş olması nedeniyle, kimi yazarlar tarafından bu ismin Sinop’u ifade ettiği şüpheli görülmektedir.
Bir başka görüşe göre şehir ismini Asurluların ay tanrısı olan “Sin” den almaktadır. Ayrıca, adının ilk söyleniş biçiminin “Sinavur” olduğunu ileri süren kaynaklarla birlikte başka kaynaklar “Sinip” ten geldiğini, bazı tarihçiler “Sen-ha-pi” kökünden türediğini, bazıları ise Farsça “Sine-i ab”, yani suyun göğsü kelimesinden geldiğini ifade etmektedirler. Şehre “Sinepolis” demiş olan Romalıların kayıtlarında ise General Pompeis’un idaresine verilen on bir kent arasında ismi “Sinop Teium” olarak geçmektedir. Selçuklular döneminde de Rusya’ya gitmek üzere Sinop’tan geçen seyyah Rubruguis şehirden “Sinepolis” diye bahsetmektedir.
Fatih Sultan Mehmet’in Ceziretül-Uşşak dediği kentin adı, Türkler şehri fethettikten sonra Sınap olarak söylenmeye başlamış ve sonrasında Sinop olarak değişerek günümüze kadar gelmiştir.