Samsun
SAMSUN TARİHİ
Amisos'tan Samsun'a Samsun Adının Kaynağı
Samsun adının Yunanca "Amisos" kelimesinden gelme olduğu ileri sürülmüşse de bu kelimenin kökeninin eski yunan öncesi döneme dayandığı daha kuvvetli bir ihtimaldir. Söz konusu kelimenin Yunanca olmayıp Palaskça olduğu bugün Yunan tarihçileri tarafından da kabul edilmektedir. Amisos adının bölgeye deniz yoluyla gelen Yunanlılar tarafından verilmeyip, Amasia gibi Anadolu menşeili bir kelime olduğu ihtimali daha ağır basmaktadır. Roma İmparatoru Pompeius M.Ö. 64 yılında Amisos'a geldiği zaman şehrin ismini Pompeiopolis'e çevirmişse de bu isim kalıcı olmamış ve Amisos adı bundan sonraki dönemlerde de geçerliliğini korumuştur.
Bugün kullandığımız "Samsun" adının ortaya çıkışı, Türkler'in buraya hâkim olmasından sonradır. XII. ve XIII. asırlardaki Türk kaynaklarında Samsun ismi kullanılırken aynı tarihlerdeki Batı kaynaklarında ise "Sampson" adı kaydedilmektedir. Gerek Samsun gerekse Sampson kelimelerinin Amisos'tan tahvil edildiği şüphesizdir. Osmanlı dönemi kaynaklarında ise yazılış farkları olsa bile Samsun kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Ancak bu dönemde şehrin adı Samsun olarak anılmakla birlikte, sancak adı olarak "Canik" adı kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminde idari düzenleme ile vilayet haline getirilen şehir günümüzde de "Samsun" adı ile anılmaktadır.
TARİH
Samsun çok eski bir yerleşim alanıdır. Başta bugünkü şehir merkezi olmak üzere Kızılırmak vadisi, Kavak, Tekkeköy ve Çarşamba ovasında eski çağlardan beri yaşam görülmektedir.
Orta Taş Devrinde (Mezolitik, M.Ö. 10000 – 5000) insanların Tekkeköy’de bulunan sığınaklarda yaşadıkları ve bölgenin en eski yerleşimcileri oldukları bilinmektedir. Yine Cilalı Taş Devri (Neolitik, M.Ö. 5000 – 4000) ile Bakır – Tunç Devrinde (Kalkolitik, M.Ö. 4000 – 1700) insanların Samsun Merkez, Dündar Tepe, Kavak, Kalenderoğlu ve Bafra İkiztepe de sürekli yaşamlarını devam ettirdikleri yapılan arkeolojik kazılardan anlaşılmaktadır.
Amazonlar
Amazonlar M.Ö.1200 yıllarına yaşamış efsanevi kadın savaşçılardır. Thermodon (Terme Çayı) kıyısında kurmuş oldukları Themiskyra kentinde yaşamışlardır.
Oklarının yaylarını iyi çekebilmeleri için kadınların çocukken sağ memelerini kestiklerini ve bundan dolayı kendilerine "memesiz" demek olan "Amozon" adının verildiği söylenir.
Yunan mitolojisinde Amazonlardan savaş tanrısı Ares ile iyiliksever Harmonia'nın (Afrodit) çocukları olarak bahsedilir. Göçebeliğin hâkim olduğu avcı ve toplayıcı yaşam tarzından yerleşik hayata geçilmesi ve tarımın başlamasıyla ortaya çıkan artı ürün toplumlara bolluk ve bereketi getirmiştir. Bereket ise, kadınla simgelenmiş böylece Bereket Tanrıçası Kybele ortaya çıkmıştır.
Yerleşik hayata geçiş kadınların toplumdaki yerini etkilemiş, kadının saygınlığı ve etkinliğini arttırmıştır. Kadın statüsünün yükselmesi zaman içerisinde bazı toplumlarda anaerkil yaşam tarzını doğurmuştur.
Amazonlar işte bu anaerkilliğin savaşçı şekline bürünmüş Anadolu'daki temsilcileridir. Kadınlara verilen önemi simgelediği içindir ki Ana Tanrıça Kybele'ye tapmaktadırlar.
Amazonların ilginç yaşam felsefeleri çeşitli kaynaklarda çarpıcı olarak tekrarlanmıştır. Günlük yaşamlarında erkekleri yanlarında işçi ve uşak olarak bulundurdukları, nesillerinin devam ettirebilmek için savaşlarda esir aldıkları erkeklerle beraber oldukları, sonradan da bunları öldürdükleri rivayet edilmektedir. Törelerinde bir erkekle olabilmek için en az üç erkeği öldürmeleri kuralı ve bu ilişkilerden doğan erkek çocukları sakatladıkları, öldürdükleri ya da babalarına verdikleri, kız çocukların ise at sütü ve kudret helvası ile besledikleri ve güçlü yetiştirdikleri bilinmektedir. Dünya'nın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı ile ilişkili oldukları ve tapınağı Amazonların yaptıkları ya da orada rahibelik ettikleri, tapınağa adak olarak kestikleri memeleri ile süsledikleri efsanelerde anlatılmaktadır. Amazonların Yunan güzel sanatlarında yer alan figürlerinde sağ omuzlarından aşağı doğru indirip, kalça üzerinden bir şeritle bağladıkları hafif bir gömlek giydikleri, başlarına yunan miğferi taktıkları, kol, bacak ve ayaklarını ise çıplak bıraktıkları görülmektedir. Asyalılar gibi giyindiklerinde ise vücutlarını boyunlarına kadar sıkı sıkıya örtüp, bacaklarına ise bir çeşit mayo giydikleri, başlarına ise Frigya başlığı taktıkları ifade edilmektedir, amazonlar atların üzerine semer yerine sadece bir örtü örtmekteydiler. Atın üzerinde çok güzel ok atıp, mızrak fırlatırlardı.
Tarihin ilginç ve çekici savaşçı kadınları olan Amazonlar tarih boyunca güzel sanatlara konu olmuştur.
M.Ö.5.yy'da bir Amazon heykeli dikilmesi için Efeste yarışma açılmıştır. Bu yarışmaya katılan sanatçıların hazırlamış olduğu Amazon kadını Heykelleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserlerin en meşhurları Berlin ve Doma Capitolune müzelerinde yer alan "Yaralı Amazon" heykelleri ile Vatikan'daki "Amasone Mattei" heykeldir. Ayrıca Rubens'in ünlü "Amazon savaşçısı" isimli tablosu da en tanınmış eserlerden biridir.
Samsun’da İlk Yerleşim
Samsun’da devlet kurarak yaşayan ilk insanlarının Gaşkalar olduğu mahalli kazılarda bulunan eşyalardan anlaşılmaktadır. Bu medeniyete Gasgaslar da denilmektedir (M.Ö. 5000 – 3500). Buraya daha önce gelenlerle birleşerek Mert Irmağı ağzında küçük bir kent kurmuşlardır. Bilinen bu ilk medeniyeti takiben bütün Kuzey Anadolu’ya hâkim olan Paflagonlar Kızılırmak Havzasında yaşamışlardır (M.Ö. 3000 – 1100). Gaşkalar daha sonra Hitit egemenliğine girerek yok olmuşlardır. Böylece Samsun bir Hitit şehri olmuştur (M.Ö. 2000 – 1200). Hititler de M.Ö. 1200 yıllarında Frigyalılar tarafından yıkılmıştır. Frigyalılardan sonra Kimmerler’in (M.Ö. 676) tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bu bölgeyi ele geçiren Kimmerler Trabzon ve Sinop’u yağmalamışlardır.
Lidyalılar (M.Ö. 1200 – 547) Kimmerleri yendikten sonra ENETE adında bir site devleti kurarak bölgeye egemen olmuşlardır. Ege’nin denizci kavimlerinden Miletliler (İyonya) (M.Ö. 2000 – 400) Ege’den Karadeniz’e deniz yoluyla gelip ENETE’ye yerleşerek “Amisus” veya “Amisos” ismini vermişlerdir.
Anadolu hâkimiyeti yüzünden Lidya Kralı Krezus ile Pers imparatoru Kurus M.Ö. 546 yılında Amisos şehrinin güneyinde savaştılar. Bu savaşta Krezus'un yenilerek esir düşmesi üzerine hem Anadolu hem de Amisos şehri Pers hâkimiyetine girmiştir. Büyük bir sefer hazırlığı için Amisos'a gelen Pers İmparatoru Darius şehrin yerini beğenmeyerek üç kilometre batısındaki Toramantepe'de şehri yeniden kurdurmuştur ki burası daha sonraları "Kara Samsun" adıyla anılmıştır. Bir ara Yunan kralı Perikles tarafından ele geçirilen Amisos, tekrar Persler tarafından alınmış ve bu hâkimiyeti M.Ö. 331 yılına kadar sürmüştür.
Büyük İskender'in Persler'i yenmesi üzerine Amisos şehri Makedonyalılar'ın hâkimiyetine girmiştir. İskender'in ölümünden sonra Pers kralı Metredat M.Ö. 255 yıllarında Amasya, Sinop ve Amisos'u ele geçirerek bu bölgede Pont Krallığı adıyla bir devlet kurmuştur. Nitekim Amasya'daki kral mezarları bu devletin krallarına aittir.
M.Ö. 64 yılında Amisos şehri Roma hâkimiyetine girmiştir. Roma hâkimiyetinde iken Amisos şehrinin ticari önemi artmaya başlamıştır. Bu ticari gelişme şehrin zenginleşmesini sağlamış ve bir süre sonra da Amisos'ta Hristiyanlık yayılmıştır.
Roma imparatorluğu ikiye bölündükten sonra Amisos Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nun idaresine geçmiştir. Bu dönemde Amisos, piskoposluk merkezi haline getirilmiştir. Bizanslılarla Müslüman Araplar arasında başlayan savaşlar Amisos'u da etkilemiştir. Nitekim Malatya Emiri Ömer b. Abdullah tarafından Anadolu'ya yapılan bir akın sırasında Amisos şehri 863 yılında alınmıştır. Ancak Ömer b. Abdullah'ı yenen Bizans ordusu burayı geri almış ve şehir Türkler tarafından fethedilinceye kadar Bizans hâkimiyetinde kalmıştır.
Samsun'un Türkler'in Eline Geçmesi
Selçuklular'ın Anadolu'ya girmesinden sonra Danişmentoğulları Amisos'a akınlar yaptılarsa da burayı alamamışlardır. Amisos şehri 1185 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan tarafından Selçuklu hâkimiyetine alınmıştır. Türkler burada "Müslüman Samsun"u kurmuşlardır. Bundan sonra Arap kaynaklarında "Samsun", Batı kaynaklarında ise "Sampson" adına rastlanmaktadır.
Sultan II.Kılıçarslan ülkesini 11 oğlu arasında bölüştürdüğünde Samsun, Rükneddin Süleyman Şah'ın payına düşmüştür.
Haçlı Seferleri sonrası başkent Trabzon olmak üzere Trabzon Rum İmparatorluğunun egemenliğine giren şehrin eski yerleşim yeri olan ve bugün bile "Kara Samsun" veya "Gâvur Samsun" diye bilinen kısmı 100 yıldan fazla bir süre Bizans ve Cenevizliler'in elinde kalmıştır. Müslüman Samsun'un yanında Hristiyanların meskûn olduğu Kara Samsun'un uzun bir müddet bağımsız yaşayabilmesi, müşterek menfaat temeline dayanan bir ilişki ile mümkün olmuştur. Nitekim denizcilik alanında henüz gelişmemiş olan Selçuklular, bu konuda Hristiyanlardan istifade ederken, onlar da emniyet içinde Selçuklulardan aldıkları ticaret eşyalarını deniz yoluyla Karadeniz'in diğer limanlarına ve Avrupa'ya naklediyorlardı.
İstanbul'un 1204 tarihinde Latinler tarafından alınması üzerine Samsun'un Hristiyanların elinde kalan bu kısmı İznik Rum İmparatorluğu'na bağlı kaldı. Bir ara Trabzon Rum İmparatoru Alexios Kommenos tarafından kuşatıldıysa da alınamadı. Kuşatmanın başarısız kalmasında Hristiyan kesime Selçuklular'ın yardım etmesinin de payı büyük oldu.
Müslüman Samsun ve çevresinde bir takım küçük beylikler doğmuştur. Bu beylikler bazen Candaroğulları'na, bazen Eretna Beyliği'ne (Kayseri), bazen de Osmanlılar'a dayanarak varlıkların sürdürdüler. "Canik Beyleri" adıyla bilinenler şunlardı: Canik, Ladik ve çevresinde Kubadoğulları, Ordu, Giresun tarafından Emiroğulları, Niksar, Terme ve Çarşamba havalisinde Taceddinoğulları, Vezirköprü Havza civarında Taşanoğulları, Bafra ovasında Bafra Beyliği. Bu beylikler daha sonra Osmanlı hâkimiyetine girmişlerdir.
Osmanlı Döneminde Samsun
Samsun ve çevresinde Osmanlı hâkimiyeti Yıldırım Bayezıd devrinde başlamıştır. Kubadoğulları'nın elinde bulunan Müslüman Samsun, 1398 yılında Yıldırım Bayezıd tarafından ele geçirildi. Buranın idaresi, Bulgar Kralı Şişman'ın Müslümanlığı kabul eden oğlu Aleksandr'a (İskender Paşa) verildi. Ankara Savaşı'nda (1402) Yıldırım Bayezıd'ın yenilmesi üzerine Timur'un ordusu bu bölgeyi de yağma ve tahrip etmiştir.
Bu tarihten sonra Samsun, bir süre Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman'ın, 1419'da da İsfendiyaroğulları'nın eline geçti. Kara Samsun olarak bilinen ve Hristiyanların meskûn olduğu batı kısmı, Sultan Çelebi Mehmed tarafından alındı (1419). Osmanlıların şehri almasından birkaç yıl sonra burada yaşayan Hristiyanlar, Kara Samsun'u yakarak gemilerle buradan ayrıldılar (1425). Müslüman Samsun da yine Çelebi Mehmed tarafından İsfendiyaroğulları'ndan savaşsız olarak Osmanlı hâkimiyetine geçirildi. Böylece Samsun, "Canik Sancağı" adıyla Rum (Sivas) Eyaleti'ne bağlı bir sancak olarak Osmanlı idari teşkilatına dâhil edildi. Samsun çevresindeki beylikler ise daha sonraki padişahlar tarafından peyder pey Osmanlı idaresine alındı.
Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra Samsun eski ticari önemini kaybederek küçük bir iskele olarak XIX. yüzyıla kadar kaldı. Bu dönemde Samsun iskelesi, Sinop Limanı'nın gölgesinde kalarak gelişme imkânı bulamadı. XVII. Yüzyılın başlarından itibaren deniz yoluyla gelen Kazaklar'ın saldırısına maruz kalan Samsun, bakımsız haldeki kalenin tamiri ve içine muhafız tayin edilmesi suretiyle emniyet altına alındı.
1645 yılında Samsun'a gelen Evliya Çelebi bazı bilgiler vermektedir. Samsun halkının gemicilik ve kendircilikle uğraştığını söyleyen Evliya Çelebi, Samsun kalesinin deniz kıyısında taştan yapılmış sağlam bir yapı olduğunu belirtmektedir. Samsun'un lezzetli suyu olduğuna dikkat çeken Çelebi, evlerin kiremitli, bağlı bahçeli olduğunu, eğitim kurumlarının ise çok az olduğunu kaydetmektedir. Demir atılabilir nitelikte bir iskeleye sahip olan Samsun'un, yaban üzümü ve nar rengi armut turşusunun meşhur olduğunu zikretmektedir. Bunlar fıçılarla İstanbul'a gönderilmektedir. Gemi palamarları için imal edilen kendir ipinin bütün dünyaya yetecek kadar çok olduğunu da söylemektedir.
Kâtip Çelebi Samsun hakkında şu bilgileri vermektedir. "Samsun Karadeniz kıyısında Kefe'nin tam karşısında ünlü bir kasabadır. Amasya suyu kabanın doğusundan geçerek denize dökülür. Samsun'un güneyindeki dağ bir yay çizerek batıdan ve doğudan denizle birleşir. Samsun şehri, bu dağ silsilelerinin oluşturduğu yarım çember ile Karadeniz arasında alçak bir düzlüktedir. Eski yapı olarak bir kale ve kalenin içinde camiler, hamamlar ve çarşı vardır. Birkaç ev bir araya getirilerek oluşturulan öbeklerle mahalleler oluşturulmuştur."
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım'ın elden çıkması sonucu Samsun'un ticari önemi de iyice gerilemiştir. Ancak XIX. yüzyıl ortalarından itibaren Samsun ve Canik sancağı yeniden gelişmeye başlamıştır. Tütün ekiminin yaygınlaşması ve buharlı gemi işletmesinin Karadeniz'de de başlaması bu gelişmede önemli bir etken olmuştur. Şehrin ve sancağın ticari ve ekonomik potansiyeli geliştiği gibi nüfusu da o oranda artmıştır. 1869 yangını şehrin hemen tamamını kül haline getirdiyse de zengin bir ticaret şehri olan Samsun kısa zamanda kalkındı. Belediye tarafından Fransa'dan getirilen bir mimarın planına göre şehirde birbirini dik olarak kesen fakat umumiyetle zamanımızın ihtiyacına göre dar sokak ve caddeler boyunda bir kısmı kâgir olmak üzere evler ve umumi binalar yapıldı.
Mütareke Yıllarında Samsun
20. yüzyıl başlarında bölücü faaliyetler Anadolu topraklarına yayıldı. Bu bölgede bağımsız bir devlet kurmak amacıyla harekete geçen gruplardan biri de Doğu Karadeniz’deki Rumlardı. 1904’te Merzifon’daki Anadolu Koleji’nde “Pontus Rum Cemiyeti” adı altında bir teşkilat kurulmuş ve hızla çevreye yayılmıştır. Papadopulaos adlı bir öğretmen tarafından kurulan bu cemiyet okul müdürü Mr.White’ın önderliğinde teşkilatlanmasını sürdürürken bir taraftan da itilaf devletlerinin desteğini sağlamıştır. Merzifon’daki Anadolu Koleji’nde bir tek Türk talebe bulunmamaktaydı. Okul müdürü, diğer kolejlerde olduğu gibi bir papazdı. 1893’te misyonerlerin tertiplediği devlet aleyhine yapılan gösterilerin planlayıcıları arasında Merzifon Anadolu Koleji müdürü olan papaz da bulunuyordu.
Pontus Cemiyeti, başta Müdafa-i Meşruta olmak üzere yeni yeni kuruluşlar ilçe bölgede hızla teşkilatlanıyordu. Kısa sürede 14 şube açan Müdafa-i Meşruta Cemiyeti’nin Çarşamba, Bafra, Havza ve Kavak’ta da şubeleri bulunduğu gibi Avrupa devletleriyle işbirliği yapmak amacıyla “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” adıyla yurt dışı ağırlıklı bir teşkilatı da vardı.
I.Dünya Savaşı yıllarında İtilaf devletlerinin açık desteğini de kazanan bölücü Rumlar çalışmalarını daha da yoğunlaştırarak Çarlık Rusya’sından da silah almayı başardılar. İngilizlerce de Mondros Mütarekesinin hemen ardından sadece Samsun Rumlarına 10.000 tüfek dağıtılmış, İstanbul’daki Rum Patrikhanesinin ve Yunanistan’ın isteği üzerine son 50 yılda Samsun ve yöresine “göçmen” adı altında 50.000 Rum yerleştirilmiştir. Bunların 25.000 kadarı Pontus çeteleri saflarında yer alarak Samsun ve Merkez kazaya bağlı köylerde 500’ün üzerinde kundaklama, öldürme ve yaralama gibi olaylara katılarak “Yoketme / Jenosid” kampanyasına girişmişlerdir.
9.Ordu Müfettişi olarak Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gün şehirde 4.000 kişilik Hintli İngiliz askerleri vardı ve Merzifon dâhil bölgede önemli bir askeri güç olarak bulunuyorlardı. Mustafa Kemal 21 Mayıs’ta Harbiye Nezareti’ne (Genel Kurmay) gönderdiği raporda; Samsun ve dolaylarında 40 kadar bölücü Rum çetesi bulunduğunu belirtmiştir. Müslüman halkın kaygı ve korku içinde yaşadığını, Rum çetelerine karşı bir tedbir olmak üzere bazı Laz çetelerinin para karşılığı bölgeye getirilip Rum saldırılarına karşı kullanıldığını aktarmıştır. Söz konusu çetelerden biri ve en kuvvetlisi; Giresun Bölgesinde üstlenmekle birlikte Karadeniz’in hemen her yerinde baskınlar düzenleyen, Rum çetelerini sık sık zor durumlara düşüren “Topal Osman” çetesi idi. Mustafa Kemal’in Samsun bölgesinde görüştüğü ilk kişilerden birisi de Topal Osman olmuştur.
Yunan donanmasının 9 Haziran 1921’da İnebolu’yu bombalaması üzerine taşkınlıklarını iyice arttıran Rum çetelerine karşı Ankara Hükümeti 26 Haziran 1921’de Karadeniz’deki Rum nüfusunun başka bölgelere yerleştirilmesini kararlaştırdı. Nurettin Paşa komutasında Sivas’ta kurulan Merkez Ordusuna “Tenkil Hareketi” görevi verildi. Merkez Ordusu Komutanlığı’da Pontusçuluk ile uğraşanlar hakkında tutuklama kararı alarak bunları birer birer yakalamaya başladı. Merzifon’daki Anadolu Koleji kapatıldı ve yöneticileri sınır dışı edildi. Bu arada Samsun ve Trabzon metropolit merkezleri basılarak çok sayıda silah ve belge ele geçirildi. İtilaf devletleri Rumlar’a karşı alınan bu tedbirleri etkisiz hale getirmek için bazı girişimlerde bulunmaya başlayınca da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişlerinden aşağıdaki “Nota” yı almakta gecikmedi;
“Pontus Devleti fikrini İstanbul’daki Rum Patrikhanesi ve Yunanistan yeniden diriltmiştir. Samsun ve Marmara denizi yöresinde şimdiye kadar 200.000’den fazla Türk öldürülmüştür. Türk kadınlarının ırzına geçilmiş, köyleri yakılmıştır, bazıları tamamen haritadan silinmiştir. Türk uyruklu Rumlar Yunanistan tarafından silahaltına alınmaktadır. Karadeniz Rumlarını etkisiz hale getirmek için Anadolu içlerine nakledilmektedirler. Samsun bölgesindeki Rum köylerinden 2.500 tüfek ve 1 milyondan fazla mermi ele geçirilmiştir.”
Merkez Ordusu kuvvetlendirilerek sayısı arttırılmış ve 1922 yılının başlarından itibaren de Pontus ayaklanmasının bastırılmasına geçilmiştir. Bunun için de bölgeye dağılan milli kuvvetler asi Rum köylerini ve onların dayanağı olmuş yerleri birer birer taramaya başladı. Sonunda Pontus hayali ile başlayan Rumların elebaşları ve onların yardakçıları tamamen yok edildi. Bir çıbanbaşı olarak senelerce etkinliğini sürdüren Rumların bu tutumu kökünden kaldırıldı. Bunun için de Merkez Ordu’sunca ele geçirilen çetecilerden 10.886’sı kısmen affedildi. Orduya sığınmayıp direnen 11.188 Rum öldürüldü. Geriye kalan Rumların büyük çoğunluğu da 1923 yılında mübadele ile Yunanistan’a gitti. Böylece Pontus hayali de sona ermiş oldu.
Samsun 1925 yılında il olurken, Ladik ve Vezirköprü ilçeleri Amasya’dan ayrılarak Samsun’a bağlanmıştır. 1923 mübadelesinde Rumların ayrılmasıyla 16 bine düşen kent nüfusu Yunanistan’dan gelen mübadiller sayesinde 1927’de 30 bini bulmuştur.