Rize
RİZE TARİHİ
Anadolu’nun kuzeydoğusunda Kaçkar Dağları ile Karadeniz arasında oldukça sarp ve ormanlık bir arazide kurulan Rize’nin tarihi hakkında yeterli bilgilere sahip değiliz. Antik Çağ’da Trabzon bölgesi sınırları içerisinde yer aldığından bu dönem ve sonrasında Rize’nin tarihi Trabzon ile birlikte ele alınmalıdır. Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hâkim ahalisi, bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bu topluluklardan “KULKU-KULKHA”ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö. 765-735)’un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.
M.Ö. 2000′lerde Kafkas dağları ile Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kimmerler’in Ülkesi, M.Ö. 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler’in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakalar’ın baskısı ile M.Ö. 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh nehri boylarınca yayıldılar. Kimmerler’in bu ilk göçleri, en eski destani Gürcistan tarihi olan “Kartlis-Çkhovrebe”da kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları ilk seferi diye anılmaktadır. Daha sonraları Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hâkim olan Kimmerler’den, Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars’ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adları günümüze kadar gelmiştir.
Aşağı Tuna ve Karpatlara kadar Doğu Avrupa’ya hâkim olan Sakalar M.Ö. 680 yılında kendilerine itaat etmeyen son Kimmerler’i de yenerek Azerbaycan ve Gürcistan’a yayıldılar. Saka Kralı MADOVA’nın M.Ö. 626′da Medler’ce hile ile öldürülmesi üzerine Heredot’un andığı “Asya’da 28 yıl süren Sakaların hâkimiyetleri” sona erdi.
Saka göçleri sırasında, Aşağı Çoruh ve Rize-Batum arasına “Kalaç” adlı bir Türk boyu yerleşmiştir. Bu boyun yerleştiği bölgeye, M.S. 150 yıllarında yazılan PTOLEMEUS’un coğrafyasında Kalarzen, Gürcü kaynaklarda ise Klarc-et (=Klarç yurdu) denmektedir. Batom-Rize arasında güneyden Karadeniz’e esen sıcak rüzgârlar hala “Kalaş yeli” olarak anılmaktadır. Ayrıca Rize yöresindeki Türkmen/Oğuz topluluğu içinde yer alan Askur Boyunun Rize’nin doğusundaki Askoroz çayı diye bilinen çaya adını vermiş olması gerektir. Yine Sakaların Horosan kolunun gelen Arşaklar ve Balkarlar Bayburt çevresi Çoruh vadisi boyunca yerleşmişlerdir. Bu yüzden Bayburt ve İspir’in kuzeyindeki sıra dağlara günümüze kadar ve hece kaymasıyla “Balkal” ve buradan güneye doğru esen yağmur getiren rüzgâra da “Balkal yeli” denile gelmektedir. Rize’de Hemşinlilerin en güzel yaylaları Baykal dağlarındadır.
Koloni Dönemi
M.Ö. 670 yılında Ege’de yaşayan Milletoslu denizciler Marmara ve Karadeniz kıyılarında Plinius’un tarihine göre 10 kadar empeion (Pazar yeri) adı verilen ticari nitelikle liman şehirleri kurmuşlardır. Bu arada Rize’nin de Kolonize edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Tarihi akış içerisinde M.Ö. 7 YY sonlarında Kimmer akınlarının Anadolu’yu kargaşaya sürüklemesinden faydalanan Medler’in yöreyi istila girişimleri, M.Ö. 550′de Med krallığını yıkan Pers kralı II. Kiros’un aynı şekilde ki istila hareketleri yöredeki savaşçı kavimlerin karşı koymaları nedeni ile Rize çevresinde başarılı olamamışlardır.
Büyük İskender’in Pers kralı III. Darius’u kesin bir yenilgiye uğratması ile eline geçirdiği Anadolu Hâkimiyeti M.Ö. 323 senesine kadar sürmüştür. Büyük İskender’in ölümü ile İmparatorluğun devamı niteliğinde olan Pontos, Koppodkida, Bithynia gibi krallıklar kurulmuştur. Ancak Trabzon, Rize gibi bir takım serbest şehirler, bu krallıklara bağlı olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Pontos Ve Selçuklular Dönemi
İskenderin ölümünden sonra Komutanları ve Satraplar arasında çıkar egemenlik savaşlarında bağımsızlığını ilan eden Mitridates Kitistes Karadeniz kıyısında Sinop dolaylarına doğru genişleyen Pontos krallığını kurdu. Pontos kralı Farnakes M.Ö. 180′de Rize’yi İşgal ederek krallığı topraklarına kattı.
M.Ö. 3. Yüzyılın sonlarında Kuzeydoğu İran’da doğup hızla büyüyen Part İmparatorluğu M.Ö. 1. Yüzyılın başlarına kadar batıda barışçıl bir politika izlemiştir. Ancak M.Ö. 53 yılında Romalı General Marcus Licinius Crassus ordusunun bitmek tükenmek bilmeyen altın ihtiyacını karşılamak üzere Part ülkesini işgal etmiş, Doğu Anadolu ve Kafkasya’da kendilerine bağlı Arsak hanedanından uydu devletler kurdurmuştur. Bunlardan Doğu Anadolu merkezli Ermeni Arşakuni hanedanının hâkimiyeti Kaçkar dağlarının ardındaki ovaları ve Artvin’in iç bölgelerine dek uzanıyordu. Bizans döneminde Rize’nin doğusu ve Artvin, Lazika eyaletinin birer parçası olmuşlardır.
M.Ö. 5. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyini gezen Herodot sakaların “Alazon” (+Alazlar) boyundan söz eder. M.S. 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede “Laz’lar” (Laz’oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz’in doğusunda hâkim olan Lazlardan bahseder.
Rize, M.S. 10-395 yılları arasında Roma, 395 yılından itibaren de Bizans hâkimiyeti altında yer almıştır. Bu dönemlerde bir tekstil ve ticaret merkezi olarak tanımlanan Rize aynı zamanda Trabzon’daki Rum Krallığına bağlı bir kaza merkezi (Bandon) idi. Merkezi Pazar olan Rize’nin doğusundaki topraklar ise imparatorluğun ayrı bir idari birimiydi.
Sakaların Kars, Iğdır kesimine yakın Gökçegöl ile Alagez dağı arasında yaşayan bir boyu olan Amadunuler 626 yılında İranlıların baskısından kurtulmak için Boy Beyleri Hamam’ın öncülüğünde Çoruh ırmağını aşıp Rize’nin Dampur adlı ıssız yerini şenlendirerek ve bu yöreye HAMAM-A ŞEN (Hamamın şenliği) adını vererek yerleşip yurt tuttular. Bu yöreye bu gün Hemşin denmektedir. 646 yılında yöre Araplar tarafından vergiye bağlanmış olup 737 yılında da kısa bir süre Arapların eline geçmiştir.
XI. Yüzyıldan itibaren Rize’ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır. 1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans’tan fethedilen bölgelerde Türk emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslanoğlu Sultan Melikşahın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan krallığını yenerek Giresun’un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans’ın Hâkimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hâkimiyetine girmiştir.
Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepni’ler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize’nin İkizdere kesimine yerleştirildiler. 1098 yılında Danışmenlilerin yöreye kısa bir dönem hâkimiyetleri söz konusudur. Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098′de Trabzon ve Rize kesimini Emirüssevahil Sülübey’den aldılar. Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları 1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. İkizdere ve Sürmene’deki 60 aileden çok Kumbasar oymağı, bunların torunlarıdır. IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul’u işgali üzerine baskıdan kaçan KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize’yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.
Osmanlılar Dönemi
Bölgede bulunan Trabzon Rum Krallığı, Megrel Dadyanı, Kartli Kralı ve Çoruh Atabeği kendi aralarında bir Hristiyan ittifakı yaparak Osmanlı’nın rakibi Akkoyunluları da hami olarak bu ittifaka dâhil etmişlerdi. Bu ittifak Papa’nın gayretiyle organize edilecek bir haçlı seferi ve kendilerine destek sağlayacak, Osmanlı’ya rakip diğer Türkmen Beyleri ile Osmanlı’ya saldırıp ortadan kaldırmayı planlıyordu.
Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında başladığı Karadeniz seferi sırasında bir Ceneviz kolonisi barındıran Amasra teslim olmuş, Candaroğlu İsmail Bey, Osmanlı ordusunun amacını kestiremeyip Kastamonu’yu terk ederek Osmanlı hâkimiyetini sessizce kabul ederken, Trabzon imparatoru kısa ama sert bir direnişten sonra kenti teslim etmeyi kabul etmiştir. Ali Paşa ismindeki Osmanlı Komutanı tarafından Rize ve çevresi de Türk egemenliği altına alınca, Osmanlı Güney Karadeniz’in tümünü ele geçirmiş olmuştur.
Anadolu Türk birliğine katılan Trabzon ve Rize bölgesine;
1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat’tan,
1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden,
1501 yılında Şil Şah İsmail’in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan,
1515 yılında Dulkadirli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri yerleştirildiler.
Yavuz Selim devrinde Trabzon’un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler’in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon’un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede “yiğit” , “gözü pek”, “cesur ve çetin”, adam manasına geliyor.
Yavuz Sultan Selim’in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize’ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.
1486 yılında, yani Fetih’ten 25 yıl sonra tutulan ilk Turabozan Sancağı Tahrir Tapu Defteri’nde, şimdiki Rize bölgesi;
-
Rize,
-
Atina (Hemşin nahiyeleri dahil)
-
Lazluk (Ardeşen, Vitçe / Fındıklı, Arhavi, Hopa dahil) üç kaza halinde Turabozan’a bağlı gösteriliyor.
Rize, 1582’de III.Murat dönemindeki yönetsel düzenlemede Hemşin, Of, Arhavi, Atina ve Kürtün ile birlikte Trabzon livasının kazalarından, 1873’de ise Ordu, Giresun, Tirebolu ile birlikte Trabzon Merkez sancağının kazalarından birisi olmuştur. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nın ardından Batum elden çıkınca yerine Lazistan sancağının merkezi yapılmıştır.
19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize’de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskân edilmişlerdir.
Rize’nin İşgali
29 Ekim 1914’de Osmanlı bandıralı Alman savaş gemileri Goeben ve Breslau’nun Rusya’nın Sivastopol limanını topa tutması Osmanlı İmparatorluğunun İtilaf Devletleri’ne açık savaş ilanı sayılmıştır. Erzurum’da bulunan ordu sınıra kaydırılırken, İstanbul’da oluşturulan gönüllüler tugayı da Kasım ayında Rize’ye oradan Mapavri’ye getirilerek Teşkilat-ı Mahsusa üyeleri ile birlikte Rus cephesine gönderilmiştir. 1878 Berlin Antlaşması’yla Ruslara terk edilmiş bulunan Artvin kentinde konumlanan zayıf Rus birliği Osmanlı saldırısı karşısında dayanamayıp geri çekilince kent kısa bir süre için elde edilse de Aralık 1914’de Sarıkamış yenilgisi Artvin’in tekrar Rus kontrolüne geçmesini sağlamıştır.
Rus Kafkas ordusu komutanlığı Karadeniz sahilini abluka altına alarak bölgeye denizden yardım gelmesini engellemiştir. Osmanlı limanlarını da denizden ve havadan bombalayarak önemli ölçüde tahrip etmiştir. Bu kapsamda 1914 Kasım – 1915 Ocak ayları arasında Rize limanı 4 kez bombalanmıştır. Osmanlı ordusunun 22 Aralık 1914 günü yaşadığı Sarıkamış hezimetiyle Doğu Cephesi fiilen çökmesine rağmen kesin sonuç için beklemede olan Ruslar, Çanakkale cephesinden boşalan askerlerin bölgeye getirileceği istihbaratı üzerine Kafkas ordusuna ilerleme emri vermiştir. 16 Şubat 1916’da Erzurum’u ele geçirdikten sonra hızla ilerleyen Rus Ordusu, 27 Şubat 1916’da Ardeşen’e çıkarma yapınca bölge komutanı Avni Paşa Pazar – Hamidiye mevkiinde savunma hattı oluşturmaya çalışmış, 28 Şubat 1916’da Pazarönü köyünde halka hitap ederek Ruslarla mücadelede orduya her türlü yardımı yapmaları konusunda destek istemiştir.
6 Mart’ta Atina ve Mapavri işgal edildikten sonra, son bir çarpışma çarpışma Rize merkezinin birkaç km doğusunda yer alan Taşlıdere köprüsünde gerçekleşmiştir. 8 Mart günü kent merkezinin doğusuna asker çıkaran Ruslar aynı gün Rize’yi işgal edip, Trabzon’un işgali için gerekli hazırlıklara girişmiştir. Rusların Batum’un batısında ve Trabzon’a çok yakın olan Rize limanını ele geçirmesi stratejik açıdan önemli bir adım olup, Rus donanmasının ikmal imkânlarını arttırarak Rus ordusunun başarısını hızlandırmış, Avrupa’dan çektikleri 35 bin askeri 7 Nisan’da kolayca Rize’ye çıkarmışlardır.
26 – 28 Mart 1916’da Rus ordusunun 19. Türkistan avcı alayı Sos dağına yaptığı saldırıyla 20 gün direnebilen Türk savunma hattını aşarak Of’a girmeyi başarmıştır. 2 Nisan’da Karadere’ye ulaşan Rus Çarlığının Kafkasya orduları komutanı Yudeniç, 7 Nisan gecesi bir yatla Batum’dan Rize’ye gelmiş ve Trabzon saldırısının son detaylarını burada kurmaylarıyla görüşmüştür. Aynı gün Rus nakliye gemileri Rize’ye iki yeni Plaston (Dağ) Tugayı çıkarmış ve Karadenizli gönüllülerden oluşan Lazistan müfrezesinin direnişine rağmen Rus ordusu 18 Nisan 1916 günü Trabzon’a girmeyi başarmıştır.
İşgal dönemi çok hızlı gerçekleştiği için Rize halkının önemli bir bölümü kaçamamış, bölgede yiyecek sıkıntısı ve sağlık sorunları had safhaya ulaşmıştır. Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi yardım amacıyla bölgeye temsilci gönderirken, 250 kadar yetim ve sahipsiz çocuğa sahip çıkmıştır. Ayrıca Rus ordusu Rizeli erkekleri başta yol yapımı olmak üzere inşaatlarda çalıştırarak savaş şartlarında ailelerinin aç kalmasını önlemiştir.
Şubat 1917 Devrimi ile Rus Çarlığının yıkılmasının ardından Kerenski hükümeti savaşa devam kararı almışsa da başarısız savaş politikası ve artan Bolşevik baskısı Ekim Devrimi’ni getirmiştir. Bolşevikler savaşa tek taraflı son verme kararı almış, Rus Kafkas ordusu Türk tarafına ateşkes teklifinde bulunmuştur. Teklifleri 21 Kasım 1917’de Türk tarafınca kabul edilmiştir.
Osmanlı ve Rus temsilcilerinin Erzincan’da yaptığı ateşkes görüşmelerinin ardından 18 Aralık 1917’de Erzincan Mütarekesi imzalanarak, Rus orduları Doğu cephesinden çekilmeye başlamıştır. 20 Aralık 1917’de Rusya – Polonya sınırında bulunan Brest – Litovsk’da barış şartları görüşülürken, görülen lüzum üzerine Osmanlı II. Kafkas Kolordusu Şubat – Mart 1918’de Rusların boşalttığı kentleri teker teker kontrolü altına almış, 11. Maddesiyle Türk – Rus sınırı belirlenecek olan Brest – Litovsk Barış antlaşması ise ancak 3 Mart 1918’de imzalanabilmiştir.
2 Mart 1918’de, Yakup Şevki Paşa’ya bağlı birlikler Rize, Kurayıseba ve Karadere’ye girerken halk tarafından coşkuyla karşılanmış, muhacir çıkan Rizeliler evlerine dönmeye başlamışsa da savaş şartlarında tarım sektörü bitme noktasına geldiği için artan nüfusla beraber açlık ve salgın hastalıklar baş göstermiş, toplu ölümler yaşanmıştır.
Milli Mücadele Dönemi
Trabzon vilayetindeki Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin bir şubesi de Lazistan sancağının merkez kazası olan Rize’de 24 Mart 1919’da kurulmuştur. 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Erzurum Kongresi’ne Trabzon vilayetinden giden 14 delegeden Hakkı ve Necati beyler Rize adına katılmışlardır.
Rus işgali ve I. Dünya Savaşı’nın nihayete ermesinin ardından Trabzon ve civarında bir Pontus devleti kurulması daha kötüsü Trabzon ve Rize limanlarının Ermenilere verilmesi teklifleri bölge halkında endişe yaratmıştır. Rize Muhafaza-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti Paris Barış Konferansı ile Fransız hükümeti ve kamuoyuna duyurulmak üzere, Trabzon’daki Fransız mümessiline bir protesto metni göndermiştir.
Gürcistan, Lazlar ile soy ve kültürce akrabalıklarını ileri sürerek “Lazistan Lazlarındır” sloganıyla propaganda yaparak Artvin – Rize civarını ilhak etmek veya bağımsız bir Laz devleti kurulmasını sağlamak amacıyla yapılan siyasi çalışmalara destek vermiştir. 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Trabzon’dan Batum’a ghiden Rus ve Ermeni askerleri Rize Çarşısını ve 3 Camii Şerifi yakmak ve limana girmek istemişlerse de silahlı direnişle karşılaşınca vazgeçmişlerdir.
Liberal ve Osmanlıcı Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin bir şubesi de Tuzcuzade Şaban Efendi başkanlığında Rize’de kurulmuş olup, Söz gazetesinde 22 Nisan 1919 tarihinde yayınlanan “Lazistan’ın mukadderatı” ve 24 Nisan 1919 tarihinde İkdam gazetesinde yayınlanan “Rizelilerin Muhik bir talebi” adlı makale ile 26 Nisan 1919 tarihinde Söz gazetesinde yayınlanan Trabzon’daki dernek merkezinden yapılan açıklamada Batum’da kurulmuş Lazların bağımsızlığını savunan derneklerin aksine Osmanlı devletinin sürekliliğine ve saltanata destek verilmiştir.
İnönü Savaşları sırasında cepheye giden Rizeli gönüllüler Ordu ve Samsun üzerinden Ankara’ya ulaşmış, oradan da Batı cephesine sevk edilmişlerdir. Aynı zamanda İpsiz Recep isimli çetecide yaklaşık 90 kişiyle birlikte deniz yoluyla Ağva üzerinden Karasu’ya giderek gönüllü yazılmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktalarından olan Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde, 5.maddesinde Ordu için taka gibi deniz taşıtlarını kullandıranların askerlik hizmetini yapmış sayılacağı açıklanan Tekâlif-i Milliye Kanunu çıkarılmıştır. Böylece önemli bir kısmı Rizeli olan pek çok Karadenizli Rus limanlarından alınan silah ve cephaneyi takalara yükleyerek Karadeniz limanlarına özellikle Sakarya’ya ve İnebolu’ya taşıyarak milli mücadelenin kazanılmasına katkıda bulunmuştur.
Cumhuriyet Dönemi
1913 yılında Lazistan adı Rize olarak değiştirilmiştir. Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde merkez kazaya bağlı Mapavri, Kurayiseba ve Karadere nahiyeleri, Atina kazasına bağlı Hemşin ve Ardeşen nahiyeleri ile Hopa kazasına bağlı Viçe, Arhavi ve Kemalpaşa nahiyelerini kapsayan Rize Vilayeti oluşturulmuştur.
2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum’dan Yusufeli ilçesi, Rize’de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.
Atatürk’ün Rize’yi ziyareti “Atatürk’ün Sonbahar Seyahatleri” adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:
Atatürk 17 Eylül 1924′te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize’ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı. Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır. Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir. Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. 17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk’ün Rize’ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bugün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.
1930’da İyidere ve Gündoğdu da nahiye yapılarak Merkez kazaya bağlanmıştır. 20 Mayıs 1933 tarihinde kabul edilen 2197 sayılı kanun, 27 Mayıs 1933 tarihinde Resmi Gazete ’de yayınlanarak Rize ve Artvin vilayetleri yani Artvin, Hopa, Şavşat, Borçka, Atina ve Rize kazaları birleştirilerek merkezi Rize olan “Çoruh” adlı yeni bir il oluşturulmuştur. 3 yıl sonra 2 Ocak 1936 tarihinde 2885 sayılı yasa ile Çoruh tasfiye edilerek yeniden ikiye bölünmüştür. Bununla birlikte Hopa kazası bu sefer Artvin’e bırakıldığı için merkez ve Atina kazalarından oluşan Rize vilayeti 1933’e göre küçülmüştür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında lise dengi bir okul bulunmayan Rize’de 1945 yılında Rize Kız Enstitüsü ile Rize Erkek Sanat Enstitüsü ve Yapı Sanat Okulu, 1951 yılında ise Rize Lisesi açılmıştır.
1940 yılında elektrik santrali işletmeye açılmış, 1944 yılından sonra mısır ve diğer ürünlerin üretiminde ciddi bir azalma meydana gelirken, bu ürünlerin yerine çay ekilmeye başlanmıştır. 1947 yılında Rize’nin ilk çay fabrikası Fener Mahallesinde kurulmuştur.
Rize Adının Kaynağı
Pontus Krallığı döneminde “Sannika”, Roma İmparatorluğu döneminde “Pontus Polemoniacus”, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde “Lazistan” olarak anılan Rize’nin bugünkü adının nereden geldiği yönünde farklı rivayetler vardır.
Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen “Rhisos” un M.Ö. 7. Yüzyılda başlayan kolonizasyon döneminde yörede bol pirinç yetiştirilmesinden ötürü kent yakınlarından geçen çaya verilen “Rhizios” ve ya sonraki dönemlerde verilen “Rhizaion” da geldiği söylenmektedir. Yine Rumca’da “Rıza” olarak dağ eteği anlamında kullanılmıştır. Osmanlıca’da ise “Rize” ufak kırıntı, döküntü anlamındadır. Ayrıca Erzincan’ın Sakalar dönemindeki “Eriza” olan adının başındaki “e” sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı ifade edilmektedir.